2016 yılında sanayi üretimi yüzde 4.5 oranında arttı. Sanayi sektörü GSYH büyümesinde öncüdür. Ayrıca bu gün yaşamakta olduğumuz işsizliği çözmek içinde önemlidir. Kalkınmamız için sanayi üretiminde daha büyük büyümeyi yakalamak zorundayız.
Öte yandan, 2007 ve öncesinde İmalat sanayiinde kapasite kullanım oranı yüzde 82’ seviyesinde iken son beş yıldır yüzde 74 seviyesine geriledi. Sanayide daha yüksek büyüme için daha yüksek kapasite kullanım oranı olmalıdır.
1.Sanayi üretimde başa gelen engel, üretimin ithalata bağımlı bir yapı kazanmış olmasıdır.
2012 öncesindeki yıllarda, sıcak para girişi cari açıktan fazla olduğu için kurlar düşük kaldı. Bir ara bir dolar bir TL diye konuşulmaya başlandı. Merkez Bankası ve Hükümetlerde sıcak para ve düşük kur rehavetine kapıldıkları için kur baskısına karşı bir önlem almadılar. Düşük kur ihracatı daha pahalı, ithalatı daha ucuz kıldığı için, aramalı ve hammadde ithalatı, bunları içeride üretmekten daha ucuza geldi. Bu şartlarda sanayiciler, KOBİ’ler daha ucuz olduğu için ara malını üretmek yerine ithal ettiler. Sonuçta iç üretim ve istihdam daraldı. İşsizlik arttı.
Rekabet gücü düştü.
2013 ve sonrasında Kur artışı ile aramalı ve hammadde ithalatının da azalması gerekirdi. Ne var ki içerde yatırım ortamı olmadığından, aramalı ve hammadde üretmek için kimse yatırım yapmadı. Kur artınca bu defa aramalı ve hammadde daha pahalı gelmeye başladı. Finansman sorunları oluşmaya başladı. Bu defa ithalatta ve bağlı olarak ta üretimde aksaklıklar oldu.
2. Elektrik, doğalgaz, akaryakıt gibi girdi fiyatları ile bu girdiler üstünden alınan KDV ve ÖTV oranları yüksektir. Bu artış, üretim maliyetlerini artırıyor. Sanayide rekabet gücünün düşmesine neden oluyor.
Elektrik üretimi, ithal doğalgaz ağırlıklıdır. Doğalgazda Türkiye dışa bağımlıdır. Bu durum üretimde riski artırıyor. Uzun vadeli stratejik plan yapmayı ve yatırımları engelliyor.
3)İstihdam üzerindeki vergi ve prim yükü yüksektir. Bu yük bir işçinin işverene maliyeti içinde yüzde 37 – yüzde 40 dolayındadır. Evli bir çocuklu işçi üstündeki istihdam yükü dünyanın en ağır yüküdür.
Bu yük yeni yatırımları ve kapasite artışını engelliyor.
4) Türk bankacılık sisteminde yabancı sermayenin payı arttı. Bu durum ulusal programlar yapmaya, uzun dönemli stratejiler yapmayı engelliyor. Ayrıca bankalar daha kısa vadeli ve daha yüksek faizli tüketici kredilerine ağırlık veriyor ve yatırım ve üretimde finansman sorunu oluşuyor. Referandumda para dağıtmak, bu sorunu kalıcı çözmeye yetmez.
5)Özelleştirmede de yabancı payı yüksektir. Ekonomide İslami sermayeye öncelik tanınıyor. Stratejik yatırımlar bile özelleştirildi. Özel sektör üretimi sosyal gerekçelerle değil, doğal olarak kar maksimizasyonu için yapıyor. Bu durum dış fayda ve maliyeti olan malların üretiminin, ihtiyaçtan daha düşük kalması sonucunu doğuruyor.
7. Ulaşım maliyetleri yüksektir. Türkiye’de daha ucuz ve hızlı ulaşım yolları olan, tren yolu ve deniz yolu taşımacılığı yerine daha pahalı karayolu taşımacılığı yapılıyor. Bu nedenle üretim maliyetleri içinde, taşıma maliyetlerinin payı yüksektir..
8)Reel sektör için vasıflı işgücü eğitimi yapılmıyor. Eğitimde insan gücü planlaması yapılmadığı için bazı mesleklerde işgücü fazlası, bazı mesleklerde ise işgücü eksiği vardır.
Özel sektör, odaları aracılığı ile ihtiyaç duyduğu vasıflı işgücünü kendi yetiştirmeye başlamıştır. Siyasi iktidar eğitimde işgücü planlaması yapmak yerine, imam hatip yetiştirmeye ve bunların piyasaya ve devlete hakim olması projelerine öncelik veriyor. Özetle Sanayide vasıflı işgücü temini de zorlaşmıştır.
Sonuç olarak bu sistem böyle gitmiyor. Türkiye’nin bir milli kalkınma politikası ve stratejisi olmalıdır.