Mayıs başına kadar , Dolar 1.35 düzeyinde iken , Nominal faizler yüzde 13 iken , görünüşte çok rahat bir ekonomik ortam vardı.. Bu ortamı Sıcak para girişi, özelleştirmeden gelen dövizler ve ihalata bağımlı büyüme sağlamaktaydı.. Düşük kur nedeniyle devlet iç borçların bir kısmına eksi faiz veriyordu ve İç Borçları çok rahat çeviriyordu.
Böyle bir ortama kalıplaşmış anlatımla ‘’ ekmek elden su gölden ‘’ demek gerekir.. Çünkü , gelen döviz bizim döviz değildi.. Sıcak parayı bağlasan durmaz.. Dünyanın hiçbir ülkesinde şimdiye kadar durmadı.. Aldığımız dış borçlarda bizim paramız değildi.. Şimidye kadar herkes dış borcunu ödedi.. Ödemeyenlere müeyyide uygulandı.
Bu nedenledir ki ‘’borç yiyen kesesinden yer.. ‘’ Dış açıkları borçla kapatmanın sonu yoktur..
Eğer dolar kuru, 1.35 yerine , Merkez bankası reel kur endeksinin gösterdiği değerde , 2 lira dolayında olsaydı, dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari işlemler açığı da olmazdı.. İhracatçıya malını 2 lira yerine 1.35 liraya sat diyemezsiniz ..
Resmi anketlere göre , 2001 yılndan bu yana , verimlilik arttı.. Reel ücretler geriledi.. İhracatçı bu avantajları bir süre kullandı.. Artık deniz bitti .. O kadar ki , bu sene Ocak – Mayıs arasında ithalat yüzde 18.9 arttı.. İhracat ise ithalat artışının yarıdan azı kadar , yüzde 8.5 arttı. Sonuçta 5 ayda cari açıkta geçen senenin iki katına çıktı.. Yani döviz giderimiz ile döviz gelirimiz arasındaki fark 5 ayda 16.6 milyar dolar oldu. Bu sene kurlarda yeni bir artış olmazsa , bu açık 30 milyar doları geçer.. Ve biz bu açığı borçla kapatıyoruz..
Üstelik bu defa hem devletin hemde özel sektörün dış borcu arttı.. 2002 yılında özel sektörün dış borcu , 44.6 milyar dolar iken , şimid 100.6 milyar dolara yükseldi. Türkiyenin toplam dış borcu , 185 milyar dolara yükseldi.
Bir ülke dışarıdan borç alınca , içeriye kaynak girişi olur.. Geri ödeyince tersine kaynak çıkışı olur.. Biz şimdi borcu alıp yiyoruz.. Üstelik yatırım yapmak için değil günlük işler ve cari açık için borçlanıyoruz.. Yatırım mallarının toplam ithalat içindeki payı yüzde 17 dolayındadır.. Eğer dış borçla döviz kazandırıcı yatırım yapılsaydı, bu borçlar kendi kendini öderdi..
Kaldı ki , dış borcumuz arttıkça, riskimizde artıyor.. Ve daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalıyoruz.
Öte yandan, hayatımız , döviz – kur ve faiz’ üçgeni içine hapsedildi.. Ekonomiyi finans sektöründen ibaret sanıyoruz.. Daha doğrusu IMF ve onu temsil edenler , yerli – yabancı IMF sözcüleri ,toplumu illuzyona soktu..
Bu ülkenin bir de reel sektör gerçeği var.. Madem mayıs öncesi faiz- kur dengesi sağlanmıştı , Sermaye piyasası uçuyordu , reel sektör neden sıkıntıya girdi ? Tekstil ve Turizmden sonra , İnşaat sektöründe de durgunluk başladı.
Zaten Gerek hükümetin ve gerek ekonomi yönetiminin ve özellikle de devlet içinde devlet olan IMF’nin gündemi içersinde Ülkenin yüzde doksanını oluşturan , Çiftçinin , işçinin ve esnafın hiçbir zaman yeri olmadı.. Yoksulluk ve işsizliğin yer aldığı bir ekonomik progamda mevcut değildir..Yönetenler için ‘’bir lokma bir hırka ‘’ felsefesini istismar etmek bu kesimleri dışlamaya yetiyorda.. Artıyorda..
Özetle , Dünyada ,el parasıyla , borçla , harçla sağlanan pembe yaşamı sığdıracağımız bir resim tuvalı yoktur.. Devamlı olumlu beklentilerle işi yönetmenin de sonu yoktur.. Gerçekleri biz görmezsek , sonunda piyasa dinamikleri veya umudu kalmayanlar eninde sonunda bize gösterir.