BÜYÜME Mİ İKTİSADİ GELİŞME Mİ?

Gelişmekte olan ülkelerde öncelikli hedef ülkenin iktisadi gelişmesidir. İktisadi gelişme, büyümeyi de içine alan , ancak büyümeden daha geniş bir kavramdır: İktisadi gelişme bir ekonomide milli gelir artışı yanında , eğitim düzeyinde iyileşmeyi , kültür düzeyinde artışı, sağlıklı bir toplum yolunda ilerlemeyi , sosyal devlet ve refah toplumu olmayı hedefler. Tek başına büyüme değil, büyümeden toplum katmanlarının pay almasını başka bir ifade ile gelir dağılımındaki düzelmeyi de ifade eder. Gelir dağılımında mutlak eşitlik, hiçbir toplumda yoktur. Önemli olan kamu vicdanını rahatsız etmeyecek kadar eşit bir gelir dağılımın olmasıdır.

Türkiye’de 17 milyon kişi asgari geçim seviyesinin altında yaşıyorsa, iki milyon kişi akşamları yatağa aç giriyorsa, bir hastanede 17 çocuk ölüyorsa, bilgi çağında taşımalı eğitimin sıkıntılarını yaşıyorsa ve Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşleri Atatürk Türkiyesi’ne yakışmayacak “simge anlamında giyiniyor” ise, gelişmişlikten söz etmek imkânı olmayacaktır. Büyümenin de bir anlamı olmayacaktır.

1) İktisadi gelişme göstergeleri

Türkiye’ de, bebek ölümleri, okur yazar oranı, yaşam beklentisi, elektrik tüketimi gibi, sağlık harcaması gibi, okur yazar oranı gibi refah göstergeleri açısından , gelişmekte olan ülkeler içinde geri sıralardadır. Örneğin bebek ölümleri diğer gelişmekte olan ülkelere göre geri sıralardadır.

2) Büyüme refaha yansımadı

Türkiye’ de AKP iktidarında, çalışanlar, esnaf ve çiftçi , hem büyümeden pay almadı. Hem de son iki yıldır, büyüme oranı da düşmeye başladı. AKP iktidarı, işçi ücretlerinde, memur zamlarında, çiftçiye destekte hep enflasyonu tartışıyor. Gerçekte ise çalışanların verimlilik artışından ve büyümeden de pay alması gerekir. 2002 yılından 2007 sonuna kadar imalat sanayiinde yüzde 25 dolayında verimlilik artışı oldu. 2003 ile 2007 arasında, fert başına milli gelir artışı yüzde 32 oldu.

3) İstihdam yaratmayan büyüme

Odalar Birliği’nin açıklamasına göre, üretimde ve ihracat malında ithal aramalının payı yüzde 70’tir. Gelişmiş ülkelerde ortalama faiz oranları yüzde 5 iken bizde yüzde 20’dir. Bu nedenle Türkiye’ye banka ve kârlı şirketleri satın almaya sıcak para ve fırsatçı sermaye geliyor. İçeride kredi maliyetleri yüksek olduğu için özel sektör ve bankalar dış borç alıyor. Döviz arzı artıyor. Kur düşük kalıyor. MB reel kur endeksine göre 2002 yılından bu güne YTL yüzde 45 aşırı değer kazandı. Bu durumda ithalat ucuza geliyor. Sanayici aramalını içerde üretmek yerine ithal ediyor. Örneğin iplik fabrikasını kapatıp , iplik ithal ediyor. İşsizlik artıyor.

Aşağıdaki tabloda, TÜİK’in işgücüne dahil ettiği ve fakat iş bulsa çalışacak dedikleri, umudu kırılmış işsizle, bir – iki ay çalışıp on ay yatanlar da işsizdir.

TÜİK’in işsiz dediği 2 293 kişiye bunları da katarsak, Türkiye’de gerçek işsiz sayısı 5 milyon 83 bine çıkar. Gerçek işsizlik oranı da yüzde 20’yi geçer. Yani Türkiye de gerçek anlamda beş kişiden bir kişi işsizdir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir