KÜRESEL DÜNYANIN TEK NÖBETÇİSİ BİZ KALDIK

Neo- liberal politikalar, devletin ekonomideki payını azaltmayı öngören politikalardır. Bu politikalar Washington Konsesu denilen, ABD ve diğer G–8 ülkeleri  tarafından kabul edilmiş, IMF ve  Dünya Bankası’nca da desteklenmiştir.

BU çerçevede gelişmekte olan ülkelere destek , 1980’li yıllarda Latin Amerika ülkelerinin ekonomilerini istikrarlı kılmaları için gündeme gelmiştir. Konsensüsün politika önerileri IMF ve Dünya

Bankası gibi Washington merkezli kurumlar tarafından tüm gelişmekte olan ülkelere de önerilmiştir.

Washington  Konsensusu’nun başlıca kriterleri;

 

 

Kamu harcamalarının azaltılması  yoluyla bir yandan devletin ekonomi içindeki payı düşürülürken ,  özelleştirme  yolu ile sağlanan gelirler bütçe açıklarının azalmasına imkan vermiştir.

 

Gelişmekte olan bazı ülkeler ve özellikle Türkiye de son on yıldır , bu süreç ideolojik bir katılıkta uygulanmıştır. Zira 2001 krizi nedeniyle IMF bu politikaları daha katı bir şart olarak getirmiştir.

 

Devletin ekonomideki payının azalması , eğitim ve sağlığın özel sektöre devrini de beraberinde getirmiş. Sağlık hizmetinde ilk 5-6 yıl başarılı olunmuş ve fakat şimdi deniz bitmiştir.  Eğitimde parası olan , kolejlerde ve özel eğitim alanlarında daha iyi eğitim almış . Toplumun yüzde 90’î için son on yıl eğitimde kayıp yıllar ol muştur. 

 

2014  Bütçesinde kamu yatırımlarının payı yüzde 10’un altına inmiştir. Kamu altyapı yatırımlarını özelleştirdiği için , yol ve konut dışında altyapı yapmadığı için özel sektör yatırımları azalmıştır. Türkiye’nin ortalama tasarruf oranı on sene önce yüzde 20 iken şimdi yüzde 12 ‘ye gerilemiştir.

 

Telekom gibi ,  kağıt üretimi gibi tekelci altyapı yatırımları özel sektöre geçmiş ve aynen devam etmektedir. Piyasada oligopol yapılar ve bankacılıkta kartel oluşmuştur. ( Söz gelimi 20 banka ve iki kar payı bankacılığı kredi kartlarından  aynı oranda  faiz alıyorlar.)

 

Kurumlara ve işletmelere yabancı sermaye hakim olmuştur. Bazı sektörlerde yabancı payı yüzde olarak  şöyledir:

                                          

Bankacılık       :54.6 (BİST’ te işlem gören hisseler dahil )   

Sigortacılık  :67.2 ( toplam 59 şirketin 44’ü tamamen yabancı )

Reel Sektör  :27.0  (500 büyük sanayi şirk. 147’si tamamıyla yabancı ) Borsa           : 67.0

 

Siyasi iktidar bu politikaları bir fırsat olarak değerlendirmiştir.  Bu politikalar sonucunda , potansiyel büyüme imkanlarının düştüğünü,  geleceğin tüketildiğini , işsizliğin tırmandığını , varlıkların azaldığını siyasi iktidar görmezlikten gelmiştir.

 

Ana muhalefet partisi ise , zaten Kemal Derviş’i transfer eden bir parti olarak , onun bürokratlarını da transfer etmiş ve sonuçta bu politikalara ve devletin ekonomideki yerinin daralmasını yok varsaymıştır.  O kadar ki  gerek parti meclisinde ve gerekse Mecliste benim bu konulardaki çalışmalarım ya anlaşılmamış veya kimsenin işine gelmediği için benimsenmemiştir. Bir nedeni Medya korkusu olabilir. Çünkü , Medya yüzde 90 oranında özelleştirme ve devletin ekonomideki payının azalmasını desteklemiştir.  

 

Türkiye bu yolda  giderken , devletin ekonomideki payını düşürme kararı alan ülkelerde durum değişmiştir.

 

2007 ‘den beri devam eden küresel kriz sürecinde  başta ABD ve Avrupa olmak üzere çok sayıda ülkenin aldığı tedbirler, aslında Devletin ekonomideki ağırlığını artırmıştır. Stratejik sektörler tamamen Devletin kontrolündedir. ABD ve AB Kendi ekonomileri darboğaza girince “ekonomiyi canlandırma paketi” altında devlet destekli çalışmalarda bulunmaktan kaçınmamışlardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir