Soğan depolarının basılması stokçuluğu önler mi ? İki sorunun cevabına bağlıdır ;
Bir … Depo stokçuluk amacı ile mi yapılmış , yoksa toptancıların satış merkezi olarak mı tutuluyor ?
İki … Stok yapılacak ortam var mı ? Varsa neden var ?
Sayın Cumhurbaşkanı , devletin Anonim Şirket gibi yönetilmesini isterim demişti. Buradan bu günkü iktidar tarafından devletin işlevleri ile piyasanın ve özel sektörün işlevleri aynı görüldüğü anlaşılıyor. Yanlış ta buradan başlıyor.
Devlet – Piyasa optimal dengesi olmaz ise , devlet piyasanın ve rekabetin önünü açmaz ise , piyasayı düzenleyen oligopol yapıları , kartelleşmeyi önleyen yasal ve yapısal altyapıyı yapmazsa , elbette stokçulukta olur.
Devletin işlevlerini dışlayıp , stokçuluğu inzibati önlemlerle , baskınlarla çözmek mümkün değildir. Bu durumda bozucu etkileri daha çok olur ve piyasa yeraltına iner.
Türkiye geçmişte bu tür sorunlar yaşamıştır.
İkinci Dünya savaşının koşulları nedeniyle , 1940 yılında Milli Korunma Kanunu çıkarıldı. Bu kanun Hükûmete fiyatları saptamada, ürünlere el koymada, hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede sınırsız yetkiler verdi.
Bu kanunla gelen bazı zabıta önlemleri toplumda yaralar açtı. Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi gibi ekonomik anlamda huzursuzluk ve güvensizlik yaratan uygulamalar oldu.. Varlık vergisi ile Rumların ve Yahudilerin mağduriyetine neden olan uygulamalar ortaya çıktı.
Olumlu uygulamalar da oldu. Devlet doğrudan piyasaya girerek Petrol Ofisi ve Et balık Kurumunu kurarak , stokçuluğu önledi.
1953 – 1954 yıllarında şeker kıtlığı oldu. O zamanki Hükümet şeker sıkıntısını ortadan kaldırmak için piyasa üzerinde sıkı bir denetim kurdu. Baskınlar düzenlendi. 13 firma hakkında soruşturma açıldı.
Sonrasında Hükümet şeker dışında 55 kalem malda kar sınırlaması getirdi. Şeker satışları durduruldu. Şeker fiyatları artırıldı ve satışı serbest bırakıldı.
İki yeni şeker fabrikasının devreye girmesine rağmen, sıkıntı devam edince ; İstanbul ve İzmir’de şeker karneye bağlandı. Ankara’da ise, şeker sıkıntısının yanı sıra, kahve sıkıntısı da baş gösterdi.
Yine 20 Haziran 1955 tarihine kadar, her türlü kredili ithalât işlemleri yasaklandı. Gümrüklerdeki ithâl mallara da el konularak, 270 ton teneke levha, 53 ton nal mıhı gümrükten çekildi ve doğrudan dağıtılmak üzere valiliklere gönderildi.
Türkiye en büyük ekonomik krizi 1958- 1959 yılında yaşadı. Dış borçlarda Moratoryuma gitti. Dolar 280 kuruştan 900 kuruşa çıkarıldı. Bu krizde piyasa ekonomisinin ve devletin işlevlerinin yanlış anlaşılmış olmasının da etkisi vardır.
Aslında devlet ile piyasanın yapacağı işler farklıdır. Söz gelimi tekeller devlette olmalıdır. Telekom ve SEKA örneğinde olduğu gibi özel sektöre geçerse , hem fiyatlar artar , hem de kıtlıklar oluşur.
Et – Balık kurumu piyasa için düzenleyici bir kurum idi. Üreticiden normal fiyatına alır , tüketiciye da pahalı satmazdı. Bu kurumda Özelleştirme olmasaydı , hayvancılık ölmezdi , et fiyatları bu kadar artmazdı.
Eğitim hem kişiye , hem de topluma fayda sağlar. Özel sektör topluma olan faydasının maliyetine neden katlansın ? Söz gelimi vakıf Üniversiteleri en yüksek karı sağlamak ister. Adı vakıf ise de , çoğu özel sektörün kar kapısıdır. Bu şartlarda topluma yararı daha fazla olan bilimsel araştırmaya neden kaynak aktarsın ? Neden öğretim üyesi yetiştirsin ? Hazır olanı alır. Dahası imkan buldukça ders başına ücret ödeyerek daha az kadrolu öğretim elemanı tutar.
Bunun içindir ki Yüksek öğretimi devletin yapması gerekir.
Bu günkü İktidar yakın tarihten ders almalıdır. Zabıta önlemleri gibi kolay ve fakat bozucu etkisi olan uygulamayı bırakmalı ; Devletin piyasada nerede ve hangi çizgide olması gerektiğini iyi analiz etmelidir.