Politikacının da azgelişmişi var
1980 öncesi Türkiye 50 cente muhtaç ülke olarak ilan edildi. Şimdi ise dolarizasyonun en yüksek olduğu ülke haline geldi. Bugün, sıcak para stoku 105 milyar dolar dolayındadır. Döviz mevduat hesapları 2006 yılı sonuna göre 2007 yılı sonunda 20 milyar dolar kadar artarak 115 milyar dolara çıktı. Merkez Bankası döviz rezervi ise 71 milyar dolar oldu. Yani Türkiye boğazına kadar döviz denizine battı.
20-30 yıl önce Türkiye’de benzin kuyrukları vardı… Buna karşılık o yıllarda borç krizi yaşayan 17 gelişmekte olan ülke arasında Türkiye yoktu… Şimdi ise akaryakıt bol… Ancak gelişmekte olan ülkeler arasında dış borçlarda ilk sıralarda yer alıyor. Özellikle 148 milyar dolara yükselen özel sektörün dış borç stoku korkutmaya başladı.
Yine o yıllarda cari açık önemsiz idi… Bugün 2007’de 37 milyar dolara yükseldi. 2008 yılında ise 45 milyar dolar olmasından korkuyoruz.
AKP iktidarı döneminde, son beş yılda verdiğimiz cari açık 118 milyar dolar oldu.
2007 yılı ihracatımız 105 milyar dolara ulaştı… Ancak dış ticaret açığı da 60 milyar dolara çıkıyor.
1980 öncesinde faizler eksi idi… Yani enflasyonun altında idi… Eksi faiz sanayileşmede ve sermaye birikiminde tasarruf sahibinin aleyhine de olsa bir atılım sağladı. Sanayileşmeye ve istihdama dayalı bir büyüme yaşadık . Bugün ise dünyanın en yüksek faizi Türkiye’dedir. Ve bugün büyüme ithalata dayalı bir büyümedir.
Ekonomide bu şekilde uçlarda olan gelişmekte olan ülke sayısı fazla değildir. Üç-beşi geçmez. Türkiye bu anlamda uçlarda yaşayan ve gelişmekte olan ülkeler içinde en fazla ve ağır kriz yaşayan bir ülkedir. Bunun temel nedeni de hükümetlerin daha çok günlük ve popülist politika sınırları içine sıkışıp kalmasıdır.
Kriz riski…
AKP ise tamamıyla söz konusu sınırlar içinde sıkışıp kaldı. Maalesef şimdi aşırı değerlenmiş YTL, yüksek faiz, yüksek cari açık, yüksek sıcak para stoku, aşırı kırılgan sermaye piyasası ve yüksek dış borç ve yüksek sosyal güvenlik açıkları ile hesapsız yabancıya satışların sürdürülmesi mümkün görünmüyor.
Buna rağmen siyasi iktidar tehlikeyi görmüyor…
Aslında görse de yapacağı bir şey yoktur… Olası bir krizi önlemenin tek yolu, döviz kurlarının tedricen artırılması şeklinde olabilir… Ancak kur artışı sıcak paranın çıkmasına ve özel sektörün dış borçlarından dolayı zora girmesine neden olacağından, hükümetin böyle bir adım atması da mümkün görünmüyor.
Son beş yılda, düşük kur-yüksek faiz ve sıcak paranın afyon etkisini AKP hükümeti hovardaca kullandı. 2007 yılında seçim ekonomisi uygulayarak, bütçe dışında kaynak kullanarak mali dengeleri de bozdu. Şimdi ipler kendi elinden çıktı.
Ne yapılmalıydı?
2001 yılında enflasyonu önlemek için, IMF ve Kemal Derviş’in hazırladığı, yangın söndürme programı işlevini 2 yılda gerçekleştirdi. 2004 yılı mart ayında enflasyon oranı yüzde 10’lar düzeyine indi. O dönemde AKP hükümeti bu programın yerine, reel dengeleri gözeten, yatırıma, iç üretime dayalı, rekabet gücümüzü artıracak bir yeni yapısal dönüşüm programı yapmalıydı. Ancak AKP sıcak paranın afyon etkisinden kurtulamadı. 2001 programını uyguladı.
Yeni bir yapısal program uygulamak için önce IMF ile ilişkiyi kesmek gerekir. IMF kaldığı sürece, Türk ekonomisi kendi ayakları üstünde duramaz. Türk ekonomisi, IMF çıpasına muhtaç istikrarsız bir ekonomi imajından kurtulamaz.
Hükümet 2008 yılında stand-by düzenlemesinden vazgeçmek istemiyor. “İhtiyari stand-by” uygulamak istiyor.
İhtiyari stand-by’ın normal stand-by’dan farkı yoktur. Tek farkı IMF’nin serbest bıraktığı kredi dilimlerini kullanmanın Türkiye’nin isteğine bağlı olmasıdır. Türkiye İhtiyaç duymazsa bu kredileri kullanmayabilir. Bana göre ihtiyari satnd- by, stand- by’ın hüllesidir. AKP her şeyde olduğu gibi IMF’yi de hülle yoluyla çözmeye çalışıyor.