Üniversiteler Çok Kan Kaybetti

Avrupa Üniversiteler Birliği 4 yıldan beridir, Avrupa’da Üniversite Özerkliği, raporunu yayınlıyor. 2023 raporu 35 ülkeyi kapsıyor. Üniversiteler, Örgütsel , finansal , mali ve akademik özerklik açısından sıralanıyor. Türkiye bu sıralamada;

·     Örgütsel özerklik; ‘’akademik ve idari konularda, yönetimde özerk yapı ‘’ alanında   35 ülke içinde sonuncu oldu.

·     Akademik özerklik; alanında ise 29 sırada yer aldı.

1980 darbesi, en büyük zararı yüksek öğrenim sistemine verdi. İlk tahribatı Üniversitelerde idari ve akademik özgürlüğü ortadan kaldırmak oldu.

YÖK düzeni

1980 darbesine kadar, Üniversite öğretim üyeleri  rektörlerini , fakülte öğretim üyeleri  dekanlarını ve yönetim  kurullarını seçerlerdi.  O zamanlarda üniversiteleri hiçbir parti kendi siyasi ideolojisine alet edemiyordu.

1980 darbesi ile YÖK kuruldu. YÖK’ün ve Vakıf üniversitelerinin kurulmasını Doğramacı planladı.  Zaten ilk YÖK başkanı da kendisi oldu ve aynı zamanda kendi vakıf Üniversitesini kurdu.

YÖK sonrası , rektörlük seçimleri sözde kaldı. Zira kararı yine YÖK veriyordu ve Cumhurbaşkanı onaylıyordu.

2018 Cumhurbaşkanlığı sisteminin yürürlüğe girmesi ile, rektör atama işlemini Cumhurbaşkanı tek başına yapmaya başladı. Rektörler atamaları da devlette olduğu gibi liyakata bakılmadan, ideoloji , partililik anlayışı içinde yapılmaya başlandı. Bu durum Üniversitelerde kan kaybını artırdı.

YÖK’’ bilimsel özerkliği de zedeledi. Üniversite eğitimini  liselerde olduğu gibi , standart hale getirdi. Bazı bilim alanlarında  ileri gitmiş üniversiteleri frenledi. Bilimsel gelişmeye darbe vurdu.

Açık öğretim garabeti

İkinci büyük tahribat , açık öğretim ve uzaktan eğitimin , örgün eğitimin yerini almasıdır. Bunu da  1980  darbesi getirdi. Ama Darbecilere bu yolu öneren  Eskişehir’deki ve şimdi adını vermeyeceğim bir akademisyendir.

Mamafih ilk açık öğretim de 1982 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesidir. 

AÇIK ÖĞRETİM VE UZAKTAN EĞİTİM

Yüksek öğretim yalnızca dersleri ezberlemek değildir. Öğretim üyesi ve öğrencilerin kampüs içinde , bir arada olayları ve konuları tartışmaları, öğrencilerin bilgi yanında analiz ve sentez yeteneği kazanmaları gerekir.

Oysaki Türkiye de ön lisans ve lisans eğitimi öğrenci sayısı toplam 7 829 148’dir. Bunların yalnızca  yüzde 36,8’i örgün eğitimde, yüzde 56,9’u ise açık öğretimdedir. 

Açık öğretimde mezuniyet oranı yüzde 7’dir. 100 kişiden 7 kişinin sonuca gitmesi eğitim sisteminde kaynakların israf edilmesi demektir.

Öte  yandan açık öğretim ile Üniversite önündeki birikimi engelliyoruz ancak yüksek öğrenimi de böylece tahrip etmiş oluyoruz.

Apartmanlarda Vakıf Üniversiteleri ,

Türkiye’de 208 Üniversite var. Bunların 79’u vakıf Üniversitesidir. Ön lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin yüzde 92,3’ü devlet, yüzde 7,7’si vakıf Üniversitelerine kayıtlıdır.

Vakıf üniversitelerinde , bazıları hariç derslerin çoğu, dışarıdan gelenlere ders başı ücret şeklinde yapılıyor. Kadrolu öğretim üyelerine düşük maaş veriliyor. Öğretim üyeleri veya yardımcılarına memur işleri yaptırılıyor. Bu Üniversitelerin birçoğu araştırma görevlisi alıp yetiştirmiyor. Hazır öğretim üyesi almayı tercih ediyorlar. Yetmedi, bu Üniversitelerin çoğunda araştırma ve laboratuvar imkanları yetersizdir. Birkaçı hariç, Ar-Ge için yeterli kaynak ayrılmıyor. Yine Kampüs anlayışı yoktur. Apartmanlarda Üniversite kuruluyor.

Yüksek öğrenimde reform yapılarak, kampüsü olmayan vakıf Üniversitelerini devletleştirmek gerekir.

Nerden bakarsak  bakalım , eğer yüksek öğrenimi bir beşeri yatırım alanı olarak görüyorsak , yüksek öğrenimi özerklik ve etkinlik  çizgisinde yeniden organize etmemiz gerekir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir