İlk dönem; İMF ve AB’li yıllar ( 2002 -2007)
AKP seçildikten sonra ,İlk icraat olarak ‘’acil eylem planı ‘’nı açıkladı. Aslında açıklanan bildiğimiz iktisadi ve sosyal planlama değildir. Önlemler paketiydi. Bu önlemler içinde’’ Mali disiplinin sağlanması ve , bütçe açıklarının azaltılması ‘’ başarılı sonuç verdi . Önlemler içinde ‘’ Vergi yükü tabana yayılacak ‘’ deniliyordu.
2003 yılında yüzde 45 olan gelir vergisinin son dilimi önce yüzde 40’ a sonra 2006 da da yüzde 35’e indirildi. Kurumlar vergisi oranı da 2003 yılında yüzde 30 idi 2006 da 20’ye indirdi. Vergi tabana yayıldı. ÖTV ve KDV gibi vergiler artırıldı. Vergi adaleti bozuldu.
Ak Parti iktidarı bu dönemde İMF’ nin ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ‘’ na , şeffaflık ve hesap verilebilirlik dışında uydu. Hatta mali disiplin ve sermaye hareketleri konusunda aşırıya kaçtı. Finansal yatırım araçları için gelen yabancı sermaye (sıcak para) için herhangi bir kontrol mekanizması oluşturmadı. Yüksek faiz düşük kur politikası nedeni ile artan sıcak para girişi döviz arzını artırdı ve kurlar üstünde baskı oluşturdu, 2007’de Merkez Bankası TÜFE bazlı reel kur endeksine göre TL yüzde 27 daha değerli hale gelmişti.
Dalgalı kur politikasında milli parada aşırı değer artışı veya düşüşü olursa MB müdahale edebiliyor. Ancak o dönemde sıcak para gelsin diye müdahale etmedi.
Bu dönemde, İMF ve AB çıpası da eklenince, doğrudan yabancı yatırım sermayesi girişi hızlandı. O kadar ki, 2003 yılında Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırım sermayesi yaklaşık 2 milyar dolar iken, 2007 yılında 22 milyar dolara çıktı.
TL’nin değerlenmesi, ithalatın ucuzlaması demektir. Yerli aramalı ve hammadde üretimi ithal mallarla rekabet edemedi. Sonuçta ithalata bağımlı bir üretim yapısı oluştu.
İkinci dönem ; Dünya Finansal Kriz yılları
2008-2009 dünya finansal krizinin Türkiye’ye iki net etkisi oldu; birisi ekonomi daraldı, ikincisi işsizlik oranı arttı.2007 yılında GSYH büyüme yüzde 1’ e geriledi ve 2009 yılında ise yüzde eksi 4,7 oldu.
TÜİK’in açıkıladığı işsizlik oranı 2007 yılında yüzde 9 dolayında iken, 2009 yılında yüzde 13,1 yükseldi . Ancak O zaman Başbakan olan Erdoğan , bu verilere rağmen kriz teğet geçti diyordu.
Üçüncü dönem ; 2010 -2015 geçiş dönemi,
Bu dönem siyasi huzursuzlukların başladığı dönemdir. Bu dönemde devlet içinde kavgalı iki grup , Ak parti -Gülen cemaati çatışması , olduğu için , devlet yönetiminde fetret devri ‘de denilebilir. 2012 de başlayıp , 2016 darbe teşebbüsüne kadar giden by dönem , güven kaybının yaşandığı ve ekonomide çöküşün başladığı dönemdir. Ekonominin altyapısının oluşturduğu için , bu dönemle ilgili gelişmeler önemlidir.
Bu sorunlara rağmen, ABD ve Avrupa’da faizlerin sıfıra yakın düşmesi ve para arzının artması nedeni ile, uluslararası yabancı yatırım sermayesi gelmeye devam etti. GSYH’da talep artışına dayanan büyüme yaşandı. Büyüme oranı yıllık yüzde 7,4 oldu. İşsizlik yüzde onun üstünde kaldı.
Son dönem ; Derin göçük ,
15 Temmuz 2016 tarihinde ; darbecilerin verdiği isimle Harekât Yıldırım veya Yurtta Sulh Harekâtı, adıyla darbe teşebbüsü oldu.
Hükümet tam hakim olabilmek için sıkı yönetim ve başkanlık sistemi. Hukuk ve demokraside kan kaybı başladı ve ekonomik istikrar sorunu arttı.
Freedom House, insan hakları ve siyasi özgürlükler dünya endeksinde Türkiye 2017 yılına kadar, kısmen özgür statüsünde iken, 2017’de özgür olmayan ülkeler statüsüne geriledi.
Dünya Adalet Projesi (World Justice Projekt) 2019 raporuna göre Türkiye Hukukun Üstünlüğü endeksinde 126 ülke içinde 101’inci sıradadır. Hükümeti denetleme endeksinde ise sondan üçüncü olarak 123’üncü sıradadır.
Üç raiting kuruluşu Türkiye’yi yatırım yapılamaz aşırı spekülatif derecesine düşürdü.
2018 ve sonrasında yatırım hacmi daraldı. Ekonomide durgunluk başladı. 2019 ve 2020 düşük büyüme oldu. İşsizlik arttı, yabancı sermaye girişi azaldı ve tersine sermaye çıkışı hızlandı. TL, döviz sepeti karşısında değer kaybetti.
Türkiye’nin yeniden büyüme Rotasına girebilmesi için önce hukuk ve demokrasi altyapısını değiştirmesi gerekiyor. Kalkınma ve refah toplumu hayali ise başka baharlara kaldı.