Eğer AKP de parti içi demokrasi olsaydı meclise devam etmeyen milletvekilleri için Başbakan “Bize acı çektirenlerle yürümeyeceğiz’’diyemezdi. Veya yine Milletvekillerini toplayıp azarlayamazdı. Eğer parti içi demokrasi olsaydı, Başbakan meclise gelmeyenleri azarlayamaz, onları ikna etmeye çalışırdı. Onlara sizi delegeye ve halka şikayet edeceğim derdi.
Kaldı ki, eğer parti içi demokrasi olsaydı, Milletvekillerinin devamsızlığı da olmazdı. Zira milletvekili vicdanı sorumluluk duyardı. Anti demokratik uygulama, milletvekilliğinin memur gibi görülmesi, tepki doğuruyor.
Öte yandan parti içi demokrasi olsaydı ve Milletvekili adaylarını siyasi partilere üye olanlar seçseydi, milletvekili halka karşı sorumluluk duyardı. Hizmet için daha hevesli olurdu. Mecliste daha çok çalışmak ihtiyacını duyardı.
Oysaki tüm partilerde, yeniden aday olmak için çalışan bazı milletvekilleri yalnızca Genel Başkanlara yatırım yapıyorlar. Mecliste çalışmak, yasa teklifi hazırlamak yerine, Genel Başkanların koruması gibi Genel Başkanların memuru gibi çalışıyorlar.
Aslında, milletvekilleri uzman oldukları konularda, Genel Başkanlara altyapı olarak bilgi ve belge vermek zorundadır. Ancak mesele genel başkanlara kişisel hizmetine girmek olunca, maliyeti partiye çıkıyor.
Kaldı ki yalnızca genel başkanlar değil milletvekili adaylığında söz sahibi olanlara da benzer yatırımlar yapılıyor. Parti içinde guruplaşmalar oluşuyor. CHP ’de bu guruplaşma, açıkça görüldü.
Ayrıca, parti içi demokrasi olmadığı için, siyasi partiler yasası demokratik olmadığı için seçilmiş il ve ilçe örgütlerini genel merkez yerli- yersiz görevden alıyor.
Yöresinden parti için çalışıp başarılı olmuş ve bunun içinde ilçe veya il başkanlığına seçilmiş olanları, siyasi parti genel merkezleri görevden alıyor.
Örgütlerde de, çalışmak isteyenler, genel merkezden bir abi veya bir baba bulmak zorunda kalıyorlar. Karakteri elveren bazıları ispiyonculuk yaparak bir yerlere geliyor.
Merkezden milletvekili adayı tayin etmek, yani merkez yoklaması yoluyla aday tespit eden siyasi partilere, özellikle muhalefet partilerde, adaylaşamayanlar tepki gösteriyor. Bu durum siyasi partilerde bölünmelere kadar gidiyor.
İktidar partilerde aday adayı olup ta adaylaşamayanlar da tepki daha az oluyor. Başta yönetim kurulu üyelikleri olmak üzere birçok menfaat sağlıyor. İhalelerde bunları koruyor. Yani seçilmediğinin bedelini halk ödüyor.
Oysaki eğer adayları kayıtlı üyeler seçmiş olsaydı, itiraz edenler çok az oldurdu. Aday adayları neden adaylaşamadıklarının yanlışını kendilerinde ararlardı.
Parti içi demokrasinin yerleşmesi, siyasette demokratikleşmenin ön şartıdır. Bu anlamda CHP ve MHP’ye çok görev düşmektedir.
CHP ’eğer yeni CHP’diyorsa, neden yeni olduğunu da söylemek zorundadır. Bunun yolu da parti içi demokrasiden geçer.
CHP tek parti döneminde devleti kurdu. 1946’da demokrasiyi getirdi. Bu güne kadar demokrasi ya kesintiye uğradı. Veya parti içi demokrasi gelmedi. Yani demokrasi bir geçiş dönemi yaşadı. Demokrasiyi yerleştirmek te CHP’ye düşer. Ancak bunun için önce kendisinin örnek olması gerekir. Parti içi demokrasiyi getirmesi gerekir. Kurultayda blok liste yerine çarşaf liste uygulamasına gitmesi gerekir.
Kılıçdaroğlu, seçildikten sonra, bu uygulamaları yapabilirdi. Yapmadı. Şimdi yapacağını söyledi. Kurultayda çarşaf liste olacağını söyledi. Sözünde durmaz ve yapmazsa, maliyetini parti çeker.
Özet olarak siyasi partilerde Antidemokratik uygulamalar, gerçek anlamda hizmet etmek isteyenlerin de moralini bozuyor. Bunun içindir ki, bazı milletvekilleri daha ilk yılında bir daha milletvekili olmak istemediklerini açıklıyorlar.