Türkiye’de 2007 yılının sonuna doğru durgunluk başladı. 2008 son çeyreği ile 2009 son çeyreği arasında büyüme oranı eksi oldu… Yani resesyon yaşandı.
Aradan iki yıl geçtikten sonra, bu sene ikinci çeyrekte, (Nisan-Mayıs ve Haziran ayları) kriz öncesine dönebildik.
2008 yılının ikinci çeyreğinden sonra, bu sene birinci çeyreğin sonuna kadar, iki yıl boyunca, 1998 sabit fiyatlarla hesaplanan Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) büyüklüğü hep daha küçük çıktı. Bu sene ikinci çeyrekte büyük çıktı. Yani, söz konusu sabit fiyatlarla 2008 ikinci çeyreğinde 25.226 milyar lira olan GSYH büyüklüğü, bu sene ikinci çeyrekte 25.706 milyar liraya yükseldi.
TÜİK, 2010 yılında, 2009 yılına göre ikinci çeyrek büyüme oranını yüzde 10.3 olarak açıkladı. Ancak 2008 yılı ikinci çeyreğine göre yüzde 1.9 oranında oldu.
İkinci çeyreklerde büyüme oranları
Yıllar GSYH büyüklüğü Büyüme oranı
(milyar lira) (yüzde)
2007 24.581 3.8
2008 25.226 2.6
2009 23.281 -7.7
2010 25.706 10.3
İkinci çeyrekte toplam talep de arttı. Özel tüketim harcamaları yüzde 5.8 oranında, devlet tüketim harcamaları yüzde 3.6 ve toplam sabit sermaye harcamaları yüzde 28.7 oranında arttı.
İstihdam yaratan sektörler olarak, ikinci çeyrekte inşaat sektörü yüzde 21.9 ve imalat sanayi yüzde 15.4 oranında büyüdü. İnşaat sektörü aynı zamanda daha az ithal girdi kullanan ve daha çok istihdam yaratan, sürükleyici sektördür.
Ne var ki yaşanan büyüme aynı şekilde istihdama yansımadı.
2008 ikinci çeyrek işsizlik oranı yüzde 9.2 iken, 2010 ikinci çeyrekte yüzde 11 oldu.
Başka bir ifade ile büyüme istihdam yaratmadı. Bunun en büyük nedeni de, “dalgalı kur sistemi” dir.
Türkiye’de faiz oranları, krizde sıfıra inen dünya faiz oranlarına göre yüksektir. Bu nedenle sürekli kısa vadeli para girişi oluyor. Borsa’da yabancıların payı yüzde 72’dir. Ayrıca, özelleştirme ve kârlı şirketlerin satışı nedeniyle de para girişi oluyor.
Cari açıktan daha fazla döviz girişi olduğu için piyasada döviz bolluğu var. Merkez Bankası da, enflasyonu öne sürerek, ne rezervlerini artırıyor ne de gereği kadar döviz satın alıyor.
Bu nedenle kur düşük kalıyor… Örneğin Merkez Bankası’na göre lira yüzde 25 değerlidir. Yani Türkiye’nin 2003 yılı rekabet düzeyine ulaşması için doların en az 2 lira olması gerekiyor… Olmayınca rekabet gücümüz kayboluyor… Yerli üretim suni olarak, kurun düşük olmasından dolayı daha pahalı, ithal mal daha ucuz oluyor.
Ucuz olduğu için de üretimde ithal aramalı kullanılıyor. Sanayi üretimi artıyor… Ancak içindeki ithalat girdisi de artıyor. Üretimin yüzde 70’i ithal girdi malına dayanıyor.
Bu şartlarda üretim artışı ve büyüme, ithalata dayalı oluyor. İçeride işsizlik azalmıyor.
Çaresi Merkez Bankası’nın aynı zamanda ’kur’u da gözeten bir politika uygulamasıdır. Yasa değiştirilerek bu sağlanabilir. Bu aynı zamanda kontrollü kur sistemine geçiş demektir