Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul Tutanağı
23. Dönem 2. Yasama Yılı
54. Birleşim 24/Ocak /2008 Perşembe
Sayın milletvekilleri, 4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Komisyonu Raporu (1/490) (S. Sayısı: 97) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu, 97 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Demokratik Toplum Partisi adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz; şahısları adına, Osmaniye Milletvekili İbrahim Mete Doğruer, Muğla Milletvekili Yüksel Özden, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi.
Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz.
Sayın Korkmaz, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi adına, İstanbul’da Türk Deniz Eğitim Vakfı tarafından kurulması planlanan Piri Reis üniversitesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmamı, Piri Reis üniversitesinin kurulmasına olan ihtiyaçtan başlayarak, vakıf üniversitelerinin -Türkiye’de otuz kadar olan vakıf üniversitelerinin- aksayan taraflarının nasıl düzeltilmesi gerektiği noktasında ve Türkiye’de yükseköğrenimle ilgili son önlemlerin neler olması gerektiği üzerinde yoğunlaştırmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Piri Reis Üniversitesini kuran Türk Denizcilik Vakfı, adından da anlaşılacağı üzere, kurumsal bir vakıf. Anayasa’mız, aslında, üniversitelerin kurumsal vakıflar tarafından kurulmasını öngörmekte. Dolayısıyla, eskiden beri devam eden bir vakıf olması ve kurumsal niteliği, bu üniversiteyi kurmaya ve bu üniversitenin kurulmasının yararlı olacağına bir göstergedir. Türkiye’de denizcilik sektörüne katkı açısından da, yine, bu üniversitenin kurulması olumludur. Bu açıdan, biz parti olarak, bu üniversitenin kurulmasını destekliyoruz.
Değerli arkadaşlar, huzurlarınızda bu üniversitenin kurulup kurulmaması tartışılıyor ve bu sizin oylarınızla ortaya çıkacaktır. Bu üniversitenin “mutlaka kurulması” diye oy kullanmak söz konusu olmayabilir. Kurulmaması da gündeme gelebilir yahut kurulmaması yönünde de bir karar alabilir yüce Meclis. Şimdi, yani, bu yüce Meclisin kararı.
Değerli arkadaşlar, yüce Meclisin bu kararına bağlı olmakla beraber, yurt dışına gönderilen öğrencilere yapılan tören sırasında Sayın Millî Eğitim Bakanı Çelik aynen şöyle diyor: “Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşmeleri yapılacak olan bir vakıf üniversitesi daha kuruyoruz.” Yani, Sayın Bakan “Böyle bir üniversiteyi kuruyoruz.” diyerek, aslında yüce Meclisin iradesine zımni anlamda bir ipotek koymuş olmaktadır. Burada bir Bakanın, bir Başbakanın konuşması Meclisin iradesi açısından çok önem arz ediyor.
Değerli arkadaşlar, önem arz ediyor diyorum. Konumuz üniversiteler, vakıf üniversiteleri. Yine, Sayın Başbakan yurt dışına gönderilen öğrencilere tören sırasında aynen şöyle diyor. Bu, bugün Anadolu Ajansının haberi olduğu için sizlere arz ediyorum, takdim ediyorum. Diyor ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “Biz Batı’nın ilmini, sanatını almadık.”, “İlmini, sanatını almadık.” diyor, “alamadık” değil. “Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık…” Şimdi, değerli milletvekilleri, sizin hepinizi düşünmeye davet ediyorum. Değerli milletvekilleri, “Biz Avrupa’nın ahlaksızlığını aldık.” derken Avrupa’daki ülkelere hakaret etmiyor muyuz? Yani, ahlaksızlığın bir kaynağı olarak görmüş olmuyor muyuz Avrupa’yı? Bir taraftan “Avrupa Birliğine girelim.” derken bir taraftan “kültürlerarası uyum” derken, öbür taraftan -tekrar ediyorum- “Biz, Batı’nın ilmini, sanatını almadık, maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık.” diyor. Şimdi, lütfen düşünün. “Batı’nın ahlaksızlıklarını aldık.” derken -elbette ki Batı kimdir, Avrupa Birliği- o zaman, Avrupa Birliğinin insanına bir hakaret etmiş olmuyor muyuz? Şimdi, bu söz aynı zamanda, zımni olarak Batı’da ahlaksızlıkların yaygın olduğunu göstermez mi?
Değerli arkadaşlar, bu ahlaksızlıkları kim aldı? Yani, Avrupa’ya gönderdiğimiz öğrenciler mi aldı? Bunun açıklığa kavuşturulması lazım. Avrupa’da görenler mi aldı? Peki, bu ahlaksızlıkların Türkiye’ye gelmesine, ithaline kimler izin verdi? Örneğin, geçmiş hükûmetler mi, geçmiş hükûmetlerin yaptığı politikalar mı? Böyle söylemekle, Sayın Başbakan geçmiş hükûmetleri suçlamış olmuyor mu? Böyle söylemekle, yükseköğrenimi yönetenleri, eski YÖK Başkanlarını, eski rektörleri, eski dekanları suçlamış olmuyor mu?
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Çorba yaptın iyice ya.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Peki arkadaşlar…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Siz bile inanmıyorsunuz söylediklerinize.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Bir şey sorayım size değerli arkadaşlar: Avrupa’da, Batı’da hangi başbakan bu şekilde “ahlaksız”, “şerefsiz” sözünü kullanıyor, “our oturduğun yerde” diyor, “ananı al git” diyor? Var mı Avrupa’da böyle bir Başbakan? Söyler misiniz arkadaşlar, var mı? (AK Parti sıralarından gürültüler) Biz Avrupa’nın hangi ahlaksızlığını almışız? Hangi Avrupa’daki başbakan böyle bir söz söylüyor? Hangi başbakan insanları itham ediyor? Hangi başbakan insanlara küfür ediyor?
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Piri Reis, Piri Reis… Piri Reis’le ne ilgisi var hocam?
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan bunları, Avrupa’ya gönderilen, yükseköğrenim için gönderilen 1.000 öğrencinin töreni sırasında konuşuyor. Konumuzla ilgili doğrudan doğruya.
Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bakın, ben Sayın Başbakana hakaret etmiyorum, yalnızca söylediklerinin yanlış olduğunu ifade ediyorum.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sana ne!
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Bana mı “Ne?” diyorsun değil mi? E, o zaman Meclisi terk edelim Başbakan gelsin otursun. Bize bir şey yok. Zaten uygulama öyle. Zaten uygulama öyle. O da öyle diyor, Sayın Başbakan da diyor ki: Yürütme de benim, yasama da benim. Şimdi yargı da kendisi olur, olur biter o zaman. Bize gerek yok.
Şimdi değerli milletvekilleri, bakın, hiç birimiz sinirlenmeden konuşalım, hiç birimiz mantık silsilesi dışına çıkmayalım. Ben çıkmamaya çalışıyorum.
HASAN ANGI (Konya) – Konuyla ne alakası var?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Şimdi, dünyada her şey denge üzerine kuruludur, değerli milletvekilleri. Siz eğer bu dengeyi geçerseniz, yani ekonomi de denge üzerine kuruludur, insan vücudu da denge üzerine kuruludur, siyaset de denge üzerine kuruludur. Sizin söyledikleriniz eğer siyasette bu dengeyi bozuyorsa, yani bu dengelere uyulmuyorsa, bu, yönetim zafiyeti demektir. Bu, yönetim zafiyeti demektir. Yönetim erki hiçbir şekilde başkalarını suçlamaya, başkalarını töhmet altında bırakmaya, başka ülkelere, Batı’ya ahlaksız demeye icazet vermez, vermemesi gerekiyor.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Piri Reis Üniversitesi gerçekten Türkiye için yararlıdır. Şimdi, neden acaba Anayasa’ya yalnızca vakıf üniversiteleri, vakıflar üniversite kurabilir hükmü konulmuştur? Biliyorsunuz 1970’lerde özel üniversiteler sorunu yaşadı Türkiye. Bu şirket üniversiteleri, işte katlarda üniversiteler, bunlar önemli ölçüde sıkıntı yarattı. Burada kâr amacına yönelik şirketler üniversiteler kurdu. Kâr amacını ortadan kaldırmak için, vakıflar kâr amacı gütmediği için vakıfların üniversite kurması Anayasa’ya konuldu. Bunun önemli bir nedeni yükseköğretim hizmetinin, yükseköğrenim hizmetinin önemli ölçüde sosyal fayda yaratmasından kaynaklanıyor. Yükseköğretim hizmeti eğitim yapana kişisel fayda sağlar, ama, aynı zamanda toplumda bir sosyal fayda sağlar. Yani, verimlilik artar. Aynı zamanda, yükseköğrenimde araştırma geliştirme hizmetleri, teknoloji geliştirme hizmetleri yapılır. Dolayısıyla, kâr amacı gütmek bütün bu sosyal faydalara aykırıdır, sosyal faydanın maksimize edilmesini sağlayamaz. Onun için, Anayasa’da bu “Yalnızca kâr amacı gütmeyen vakıflar tarafından yapılır.” hükmü yer almıştır.
Ayrıca, yükseköğrenim sosyal mobilite sağlar, toplumda kastlaşmayı önler. Yani, parası olan-olmayan okursa statü değiştirir, toplumsal kastlaşma önlenir. Bunun için, yükseköğrenim Türkiye’de hassas bir konudur. Türkiye’nin iktisadi gelişmesinde önemli baz teşkil eder. Bunun için, vakıf üniversitelerini gözden geçirmemiz gerekiyor.
Türkiye’de 30 vakıf üniversitesi var. Bunlar toplam öğrencilerin yüzde 6’sını okutmaktadır.
Bu yararları yanında düzeltilmesi gereken hususlar var vakıf üniversitelerinde. Bir defa birçok vakıf üniversitesi şirket görünümündedir. Bu neden? Çünkü, kurumlaşma yok. Bunun sebebi ne? Bütün vakıf üniversiteleri böyle değil, tabii, bazıları. Bunun sebebi ne? Bunun sebebi, birisi, örneğin bir dershane üniversite kurma kararı aldığı zaman önce vakıf kuruyor, sonra gidiyor onun iznini alıyor, üniversite kurma iznini alıyor. Oysaki Anayasa’nın ruhu onu söylemiyor, diyor ki: “Topluma mal olmuş, öteden beri var olan ve patronu olmayan vakıflar… ” Yani, dolayısıyla, burada, bu yanının düzeltilmesi lazım, aile şirketi görünümünde olmaması lazım.
Bakın, aile şirketi görünümünde nasıl oluyor? Vakfın mütevelli heyeti, mütevelli heyet başkanı, eğer oğlunu rektör yaparsa, bu aile şirketi demektir. Eğer mütevelli heyet başkanı, kendinden sonra oğlunu başkan yaparsa, bu da aile şirketi demektir. Onun için, bu taraflarını düzeltmemiz ve dolayısıyla, bu vakıfları aile şirketi hüviyetinden kurtarmamız lazım. Bunun için ne yapmamız lazım? Bunun için mütevelli heyet yetkilerini yeniden tadat edip, yeniden düşünmemiz gerekiyor. Örneğin, vakıf üniversitelerinde rektör tayininden, -rektörü öneriyor tabii- dekan, enstitü müdürlerine kadar hepsini mütevelli heyet tayin ediyor.
Şimdi, düşünebiliyor musunuz, yani, mütevelli heyet başkanı bir profesör olmayabilir, çoğunda da profesör değil, çoğunda da vakfı kuran. Şimdi, burada, akademik birimleri tayin eden bir kurum hâlinde olursa, o zaman, demek ki, bunun kurumsal niteliği olmaz. Onun için, vakıf üniversitelerinde yetkilerin rektörlere verilmesi lazım.
Vakıf üniversitelerini apartmanlardaki üniversiteler hüviyetinden kurtarmak lazım, aksi takdirde, şirket görünümü devam eder. Eğer, vakfın gayrimenkulü, özel mülkü, eğer vakfın okulu, binası yoksa, ona izin vermemek lazım.
Şimdi, öğretim üyesi yetişmiyor. Bakın, neden yetişmiyor? Çünkü vakıf üniversiteleri ya hazır öğretim üyesini transfer ediyor, o nedenle devlet üniversitelerinde öğretim üyesi sayısı, profesör sayısı azaldı. Örnek vereyim: İstanbul İktisat Fakültesinde 60 profesör vardı, 40’a düştü, İstanbul Hukuk Fakültesinde yine 66 tane profesör vardı -hatırladığım kadarıyla- 24’e düştü. Yani, dolayısıyla vakıf üniversiteleri, araştırma görevlisi alarak kendisi öğretim üyesi yetiştirmelidir. Oysaki YÖK’ün raporuna göre, vakıf üniversitelerinde görevli okutman, yani dışarıdan ders verenler ve okutmanlar, tüm öğretim elemanlarının yüzde 50’sini oluşturuyor, öğretim üyesi yüzde 33’ünü oluşturuyor, araştırma görevlisi yüzde 17’sini oluşturuyor. Araştırma görevlisi, öğretim üyesi yetiştirmenin kaynağıdır. Dolayısıyla burada yapılması gereken, vakıf üniversitelerinde de bu piramidin sağlanması, araştırma görevlisi olmayan vakıf üniversitelerine profesör tayini için imkân verilmemeli. Yani, bir vakıf üniversitesinde bir ana bilim dalında üç tane araştırma görevlisi yoksa o ana bilim dalına profesör kadrosu yahut profesör alınmasına izin verilmemesi lazım.
Şimdi, üniversiteler, vakıf üniversiteleri performans açısından çok farklılık gösteriyor değerli milletvekilleri. Bakın, öğrenci başına harcama, yine YÖK raporunda: Bir üniversitede 19.430 YTL öğrenci başına -yatırım hariç- harcama, bir başka üniversitede 2.611 YTL, yani 7,5 kat fark var. Bu kadar, öğrenci başına harcamada fark olmaması lazım. Bu üniversitelerin performansının çok farklı olmasına neden olacaktır. Bundan ar-ge için de, araştırma için de yeterli kaynak ayrılmıyor. Bunun çözümü de bu üniversitelere, gelirlerinin bir kısmını mutlaka araştırmaya ayırmaları konusunda bir zorunluluk getirmek gerekiyor.
Geldik devlet yardımlarına. Şimdi, 2005-2006 yılında on üniversiteye bütçeden yardım yapılmış. Biliyorsunuz, bu arsa, arazi konusu basında çok tartışıldı. Bu, toplum vicdanını rahatsız edecek boyutlara ulaştı. Yani siz topluma ait kaynakları bir vakıf üniversitesine verirseniz, o vakıf üniversitesinde paralı eğitim olduğu için fakirden zengine kaynak transfer etmiş olursunuz. Dolayısıyla yeterli imkânı olmayan vakıf üniversitelerine izin vermemek lazım. Aksi takdirde devlet yardımları vakıf üniversitelerinin iştahını kabartıyor. Bunun çözümü devlet desteğini kesmektir.
Nihayet -1 dakika 29 saniyem var- temel çözüm değerli milletvekilleri, yükseköğrenimi bir bütün olarak alıp bir defa insan gücü planlaması yapmak lazım. Yani ne kadar ihtiyacımız var insan gücüne? Bugün doktor eksiği var, mühendis fazlası var. Eğer bir insan gücü planlaması olsaydı yükseköğrenimde bunun olması mümkün olmazdı. Öte yandan formül hazır, Cumhuriyet Halk Partisinin seçim bildirgesinde var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Korkmaz buyurun, konuşmanızı tamamlayınız efendim.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Lise düzeyinde ara eleman yetiştirmek lazım. Mesleğe yönelik eleman yetiştirmek lazım. Bugün hemşire eksiği var. Hemşire eksiğinden dolayı birçok hastane bölümü, departmanı çalışmıyor. Ben buna şahit oldum. Dolayısıyla ara elaman yetiştirmek lazım, teknisyen yetiştirmek lazım, mesleğe yöneltmek lazım. Bu yolla üniversite önündeki bu birikimleri de azaltmış olacağız.
Bu vesileyle, Piri Reis Üniversitesinin kurulmasını parti olarak biz destekliyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz.