YENİDEN ÜRETEN ÜLKE OLMALIYIZ

Türkiye’nin en fazla sanayi yatırımı yapılan iki dönemden ilki, 1933-1938 dönemidir. O yıllarda özel sektörde sermaye birikimi olmadığı için sanayi yatırımları birinci beş yıllık sanayi planları ile devlet tarafından yapıldı. İkincisi, 1963-1972 arasındadır. O yıllarda da karma ekonomi modeli çerçevesinde, en büyük yatırımlar özel sektör tarafından yapıldı.

Demek ki ister devlet olsun, isterse özel sektör olsun, sanayi yatırımları için önemli olan niyet ve uygulanmakta olan politikalardır. Yatırım için yeterli tasarruf olması gerekir. Eğer yatırım-tasarruf açığı varsa, aradaki fark dış kaynakla karşılanır.
Son on yılımız, Türkiye’de yatırımların en az olduğu yıllar oldu. Başta, tasarruf oranı düştü. Özel tasarrufların Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranı, 2000 yılında yüzde 23.4 iken, 2009 yılında yüzde 16.8’e düştü.
Türkiye’de sanayileşme yatırımlarının düşmesinin önemli bir nedeni de küreselleşmenin getirdiği spekülatif piyasalardır. Bu nedenle sanayici de spekülatör oldu.
Türkiye’de de bu anlamda reel sektöre ve arza ağırlık veren bir düzen gerekiyor. Bu ise ancak yeni bir planlama ile ve yeni programla olabilir.
2001 yılında IMF’nin yaptırdığı, Güçlü Ekonomiye Geçiş programı, dinamik bir kalkınma veya bir gelişme programı değildi. Adından da anlaşılacağı gibi bir geçiş programı idi. Programın mimarı olan Kemal Derviş bu nedenle “Bu bir yangın söndürme programıdır” demişti.
Hedefi, 2001 krizinin ortaya çıkardığı tahribatı ve bozduğu mali dengeleri sağlamaktı. 
  Bu program yalnızca mali sektörün yeniden yapılanmasını sağlamayı ve enflasyonu önlemeyi öngören dar çerçeveli programdı. Zaten ekonomik krizden sonra orta ve uzun dönemli gelecek belirsizdi. Belirsizliğin olduğu bir durumda geniş çerçeveli ve dinamik kalkınma  programı yapmak da mümkün değildi.
Bu programın ömrü, bankaların aktiflerinin güçlendiği ve enflasyonun yüzde 10 dolayına indiği 2004 yılı içinde son bulmalıydı. Yerine 2005 ve sonrası için Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişmesini sağlayacak yeni ve dinamik bir sanayileşme ve kalkınma programı yapılmalıydı. Yapısal çözümleri öngören, üretim, istihdam ve bölüşüm ayağı olan yeni ve sanayileşmeye dayalı bir kalkınma programı gerekliydi.
AKP hükümeti ve IMF bunu yapamadı. İki nedenle yapamadı:
Bir: Enflasyonu frenlemek, yalnızca düşük kur yoluyla sağlandı.
İki: Cari işlemler açığı, sıcak para ve dış borçla finanse edildi. Yeni bir program sıcak parayı kesebilirdi. Ayrıca sıcak para ile suni bir iyileşme sağlandı. AKP ve IMF bu yolu kapamak istemedi.
Ne var ki bu yolla enflasyonu önleme ve büyümenin ekonomik ve sosyal maliyetleri yüksek oldu.
İktisat politikaları, iki tarafı kesen bıçak gibidir. Ters tarafı daha çok kesen bir politika da başarılı bir politika değildir.
Eğer 2004 yılında bu politika, dinamik bir kalkınma politikasına dönüşseydi, maliyetleri bu kadar yüksek olmazdı.
1) Düşük kur nedeniyle, üretimde ithal aramalı ve hammadde kullanımı arttı. Yatırım mallarının ithalat içindeki payı azaldı. Bu durum istihdamı olumsuz etkiledi.
2) Sıcak para girişi, spekülatif piyasa yapısı yarattı. Sıfırdan yatırım yaparak risk alabilecek yabancı sabit sermaye yatırımının gelmesini engelledi.
3) Kamu borç yükü azaldı. Ancak özel sektörün dış borcu arttı. Dış borçlarda kaynak giriş ve çıkışı ve döviz arz ve talebi açısından, özel ve kamu borcu ayırımı anlamlı olmaz.
4) Mali disiplinin aracı olan faiz dışı fazla oranını tutturmak için kamu alt yapı yatırımları daraldı. Alt yapı noksanlığı yatırım hacminin daralmasına yol açtı.
5) Sıcak para stoku arttı. Bu durum piyasada oynaklığı artırdı.
Özet ve sonuç: Yeni iktidarın ilk işi, bu programı kaldırıp yerine ulusal sanayileşme programı yapmak olmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir