Hepimiz aynı gemideyiz. Kimse kriz istemez. Ne var ki eğer ekonomik kriz bağırarak geliyorsa, hükümete ve ekonomi yönetimine düşen bunu saklamak değil, önlem alarak krizi en az maliyetle atlatmaktır. Aslında krizi önlemek veya kısa süreli bir geçişle çözmek te mümkündür. Böyle bir önlem için önce teşhis iyi koymak gerekir. Siyahı beyaz göstererek, teşhis yapılmaz.
Başbakan yardımcısı Babacan, kısa süreli dalgalanma beklendiğini ve fakat uzun süreli ekonomik altyapının iyi olduğunu söylüyor. Dalgalanma şimdi de döviz kurlarında oluyor. Önemli olan ekonomik krizdir. Ekonomik krizlerde kısa sürelidir. 2001 krizi bir yılda toparlandı. Ne var ki bu defa Türkiye’de hem ekonomi aşırı kırılgan ve kırılacak, hem de uzun süreli bir durgunluk yaşanacak gibi duruyor.
İngiliz Economist dergisince hazırlanan ve sermaye girişlerinin aniden durması durumunda hangi yükselen piyasaların daha riskte olacağını ölçen bir endekse göre 26 yükselen piyasa arasında ‘en kırılgan’ olarak Türkiye ilan edildi. 18 puan verilen Türkiye’yi 13 puan ile Kolombiya ve Güney Afrika izliyor. En az kırılgan ülkeler ise Rusya ve Çin oldu.
Türkiye için yapılan değerlendirme şöyledir: “GSYH’nın yüzde 6’sını aşan bir cari işlemler açığı var, kısa vadeli dış borcu ve borç ödemeleri ise, kullanılabilir rezerv varlıklarının yüzde 150’sinin üzerinde ve dış borç 2009 yılından beri endekste yer alan diğer yükselen piyasalardan daha hızlı büyüyor. Türk lirası, bu yılın başlarından bu yana dolara karşı yüzde 13’den fazla düştü ve daha fazla düşebilir.”
Aslında bu günkü politikalar siyasi iktidarın tercihi oldu. Siyasi iktidar Dalgalı kur sistemini seçti. Buna rağmen sıcak parayı da kontrol etmedi. Sıcak para kur üstünde baskı yarattı. MB’da düşük kuru enflasyonla mücadele için kullandı. Düşük kur üretimi ithal aramalı ve hammaddeye bağımlı yaptı. Buna bağlı olarak, hem işsizlik arttı, hem de ülkemiz 2003 ten bu güne kadar 350 milyar dolar car açık verdi. İthalatın ve cari açığın finansmanı için dış borçla yapıldı. 2003 yılında 140 milyar dolar olan dış borç bu gün 350 milyar dolara çıktı. Türkiye’nin dış borcu 10 yılda 210 milyar arttı. Türkiye 220 milyar borçlandı. Bunun 22 milyarını IMF ‘ye ödedi. Gündem dış borçların 220 milyar artması değil, IMF ‘ye bunun onda birinin ödenmesi oldu.
Muhalefet partileri de , dalgalı kur sistemini tabu olarak gördüler. Zaten bu sistemi getiren IMF ‘ bağlı bürokratlar bu gün muhalefet partilerinde görev yapıyor. Yani İktidara doğru yolu gösteremediler.
Bir dolar bir lira diye slogan atan spekülatif sermaye ve onun sadık kalemleri ile vefalı iktisatçıları, reel kuru bildikleri halde görmezden geldiler. Dolar kuru halen bile yüzde on dolayında daha düşüktür.
Bir iktisatçı kriz tahmin ediyor ve bunu söylemiyorsa topluma karşı yanlış yapmış olacaktır. Çünkü şirketler, Bankalar kriz öncesi kendi önlemlerini almış oluyor ne yazık ki halk zor durumda kalıyor. Dikkat edin bu gün bankalar ipotek karşılığı kredi vermiyor. Ödeme gücü ve kefil istiyorlar.
Türkiye’yi bekleyen krizden daha ağır yük, uzun dönemli durgunluktur. Zira bu günlere kadar Türkiye tasarruf yaratarak, kaynakları etkin kullanarak ve üretimde en az ithal malı kullanarak büyümedi. Tersine Toplam tasarruf oranı yüzde 23 ‘ten yüzde 13 ‘e geriledi. Üretimin yüzde kadar 70’i ithal aramalı girdi kullandı. Sıcak para ve Dış borçla büyüdü.
Şimdi bu borçların ödenmesi gündeme gelince, ithal aramalı oranı ister istemez düşecektir. Yerli aramalı üretmek zaman alacaktır. Ayrıca elde satılacak altyapı ve işletme de kalmadı. Bu güne kadar başkasının parasıyla yaşadık. Bundan sonra bunları geri ödeyeceğiz. Dış borç olarak ödeyeceğiz. Faiz olarak ödeyeceğiz. Kar çıkışı olacak. Büyümeyi unutacağız. Yeniden büyümeyi yakalamak 3-5 yıldan sonra ancak ve yeni bir ulusal anlayış içinde olabilecektir.