ULUSALCILIK NEDİR? NE DEĞİLDİR?

ATATÜRK, TBMM kurulmadan önce, Türkiye’nin Milli Siyaset (ulusal politika) uygulaması gerektiğini söylüyordu. Bugün kürselleşme sürecinde Türkiye’nin geldiği nokta, bu sözün ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor.

Ulusal politikalar, dış ekonomik ve siyasi ilişkilerde, ülke çıkarlarını ön planda tutmaktır.

 

ABD ve bazı gelişmiş ülkeler,  IMF gibi zengin ülkelerin güdümünde olan spekülatif fonlar,  sıcak para gibi spekülatif sermaye, elbetteki kendine çalışacak, kendi çıkar ve karını gözetecektir. Önemli olan bu ülke, kurum ve bu tür sermayeye karşı ülke ekonomisinde, dış ilişkilerinde ulusal politikalar oluşturmak ve uygulamaktır.

 

Aslında, Türkiye dünyada kürselleşme sürecinde ulusalcı politika uygulamayan ülkelerin başında yer almıştır. Bu nedenle de bu süreçten en zararlı çıkan ülke Türkiye’dir.

 

 

 

Türkiye ekonomisi IMF reçeteleri ile hem dünyanın en kırılgan ekonomisi oldu… Hem de en çok cari açık vererek kan kaybeden ekonomisi oldu.

 

AKP iktidarında dış ekonomik ilişkilerimizde, cari açık olarak toplam 155 milyar dolar döviz kaybettik. Bu dövizleri bizimle ekonomik ilişki içinde olan ülkeler kazandı.

 

Aslında küreselleşme, dünyayı sömürmek isteyen ülkeler ve sermayenin bir tuzağı idi. Bu nedenle  kimse engelleyemedi… Ancak kendi sonunu kendisi getirdi.


ABD ulusalcı politikalar uygulayarak, bu süreçten en kârlı çıkan ülke oldu. ABD faiz ayarlamaları, kotalar, milli parası doların değer kaybetmesi gibi ekonomik önlemlerle, müdahaleler gibi siyasi yollarla ulusalcı politikalar uyguluyor.

Öte yandan, dünyada ekonomik büyüme için Çin örnek olarak veriliyor… Oysa ki 1.4 milyar Çin halkı da  Amerikan halkının refahı için çalışıyor.

 

Çin işçisi ayda 150 dolar işçilik ücreti alarak, ucuz mal üretiyor… Bu malı ABD halkına satıyor… Ucuz olduğu için daha çok mal tüketerek ABD halkının refahı artıyor. ABD bu malları ve hizmetleri kendi parası, dolarla satın alıyor…


Çin ise aynı dolarları geri vererek, sanayileşmiş ülke işçilerinin ayda 4000 dolar ücret alarak ürettikleri demir-çelik ithal ediyor.

 

Çin’de üretim yapan firmaların çoğu uluslararası sermayeye ait firmalardır… Bunlar da kazançlarını dışarıya transfer ediyorlar. Veya Çin ABD’den cari işlemler fazlası olarak aldığı dolarları da ya kendi merkez bankasında tutuyor… Ya da bu dolarları yeniden ABD hazine bonosuna yatırıyor… ABD’nin cari açığını finanse etmiş oluyor. ABD hazine bonolarından aldığı faizi de yine dolar olarak alıyor.

Çin , ABD hazine bonosu almazsa, ABD dış açığını finanse etmekte zorlanır.

 

Bu ilişkide Çin halkına yansıyan ne var? Eğer Çin bu dolarlarla stok yapmasaydı veya ABD hazine bonosuna yatırmayıp da ülkede yatırım yapsaydı, altyapı, bayındırlık, sosyal hizmetlere harcasaydı, toplum bu büyümeden daha çok  pay alacaktı…

Üstelik, Çin ve Japonya’daki bu yüksek rezervler, doların değeri düştükçe eriyor.

Küreselleşme de olduğu gibi son bir yıldır yaşadığımız küresel krizde de  en zararlı çıkan ülkeler bilinçsiz veya siyasileri dışa bağımlı ülkeler oldu. Ulusal politika izleyen ülkeler bu krizden daha az etkilendi.

 

Bunun içindir ki, Brezilya IMF’ ye borç verirken bizim gibi bazı ülkeler hala IMF kuyruğunda ve ne yapacağına karar veremez duruma düştü.  


Özet olarak  Türkiye, 
Atatürk‘ün öngördüğü ‘’tam bağımsızlık, milli sanayinin inkişafı ve sanayide dışa bağımlılıktan kurtulma, akılcılık, laiklik‘’ gibi devletin temel kuruluş ilkelerinden uzaklaştıkça 72 milyon insanımız başkaları için çalışıyor olacaktır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir