ULUSAL KALKINMA POLİTİKASI

2011 ilk ve ikinci çeyreğinde büyüme rekorları kıran ve G-20’ler içinde, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) büyüklüğü olarak 16. sırada olan Türkiye, “İnsani Gelişmişlik Endeksinde” 169 ülke içinde 83. sırada yer alıyor. 

TÜSİAD’ın raporuna göre, okul öncesi okullaşma oranı, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, ortalama yüzde 39 iken bizde yüzde 36’dır.

Örgün eğitimde kalma süresi, bizimde üye olduğumuz OECD ülkeleri ortalaması 15.9 yıl iken bizde 11.8 yıldır.

 

 

Dünya sağlık örgütü 2008 raporuna göre, bizde bin kişiye düşen doktor sayısı 16 hekimdir ve dünya ortalamasının altıdadır. Bu sayı Rusya’da 43, Almanya’da 34, İsrail’de 37’dir. 

Birleşmiş Milletler nüfus departmanına göre, 2009 yılında bebek ölüm oranları bin kişide, Japonya’da 2.79, Almanya’da 3.99, Yunanistan’da 5.16, Rusya’da 10.56 iken Türkiye’de yüksek, 25.78’dir. (Sağlık Bakanı Türkiye’de çocuk ölüm oranı binde 10’a düştü diyor. Neye göre olduğunu tespit edemedim.)   

 

Bu göstergeler halkın refahı için önemli göstergelerdir. Zaten ekonomi insan refahı için var… Büyüme de bu refah için önemlidir… Ancak daha da önemlisi bu büyümeden toplumun pay almasıdır. Büyüme kadar gelir dağılımı da önemlidir. Aksi halde petrol zengini bazı ülkelerde olduğu gibi, büyümeden dolayı artan gelir, birkaç ailenin elinde kalırsa, toplum refahı artmaz.

 

Bu dediklerimin özeti “iktisadi kalkınma” dır. Gelişmekte olan ülkelerin gelişmişlik düzeyine çıkması için büyüme yanında asıl kalkınmayı hedef almaları gerekir…
Ekonomik büyüme, ulusal gelir düzeyindeki ve birey başına düşen ulusal gelirdeki artışı işaret eder. Ekonomik kalkınma, büyümeyi de içine alan daha geniş bir anlam ifade eder.

Ekonomik kalkınma aynı zamanda bir ekonomide:

·         Yatırımların artması, üretim verimliliğinin yükselmesi,

·         İnsana yapılan eğitim ve sağlık yatırımları, eğitim ve kültür düzeyinin ve yaşam standartlarının yükselmesi,

·         Konut ve sosyal güvenlik hizmetlerinin yaygınlaştırılması,

·         Yoksulluğun önlenmesi ve gelir dağılımında düzelme gibi hedefleri de gözeten bir yaklaşımdır. 

Büyüme, GSYH’da ve fert başına gelirde artış yaratır. Ancak aynı zamanda otomatik olarak gelir dağılımında adaletsizliği düzeltmez. Hele hele bizde olduğu gibi, büyümenin ithal ara malına dayanması, içeride istihdam artışı yaratmaz.

Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülke statüsüne geçmeleri, büyümeyi de içine alan ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeleri ile mümkün olur.

Küreselleşmeden önce kalkınma politikaları çok tartışılırdı. Örneğin, 

1979 Nobel ödülü “dünyada yoksulluk ve gelişmekte olan ülkelerde kalkınma” konusundaki çalışmaları nedeniyle, Princeton Üniversitesinden Prof. Dr. Artur Lewis ve Chicago Üniversitesinden Prof. Dr. Theodore W.Schultz’a verildi.

Ulusal kalkınma stratejileri, spekülatif sermayenin ve iktisadi sömürü düzeninin işine gelmediği için rafa kaldırılmıştır. Demek ki bizim gibi ülkelerin gerçeği görmesi için, 20 yıl cari açık vermek ve krizlerle boğuşmak gerekliymiş.  

 

Özet olarak, şimdi yeni bir dünya düzeni ve toplumsal refah için, biz ve diğer gelişmekte olan ülkelerin yeniden ulusal kalkınma politikasına dönmeleri gerekiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir