Küreselleşmenin yıldızı, spekülatif sermaye, hedge fonlar devlet düzeninden ve müdahaleden hoşlanmaz. Çünkü devlet düzeni varken, spekülatif piyasa oluşmaz.
1997 yılında Doğu Asya’da yaşanan ekonomik krizlerin nedeni, devlet müdahalelerinin çok yetersiz olmasıydı. 2001 krizinde Arjantin krizinde yabancı bankaların bir gecede 31 milyar dolar transferi, devlet kontrolünün yetersiz olması ve konvertibiliteyi kuralları dışına çıkarmış olmasıydı.
Küreselleşme sürecinde, devletin zayıflaması ve spekülasyonun hakim olduğu başıboş piyasaya, dünyada ekonomik kriz aralığının sıklaşmasına, kriz maliyetlerini fakir halkın ve çalışanların yüklenmesine neden olmuştur. Bu bağlamda Parasal genişleme sorunları, Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasına yol açan spekülatif faaliyetlerin artması, Dünyanın ve uluslar arası kurumların, küreselleşmeye bakış açısını değiştiriyor. Yeni konjonktür, dışa açık ulusal politikalardır. Başbakan ne yaparsa yapsın, bu yeni konjonktürü önleyemez.
Bu yeni konjonktürde en fazla görev devlete düşüyor. Aslında Küreselleşme devleti dışlıyor ve fakat devletin var oluş nedenleri hiçbir zaman ortadan kalkmadı.
Klasik İktisatçılar, piyasa açısından devleti zorunlu kötülük olarak görmüş ve devlet harcamalarını iç ve dış güvenlik, adalet, genel idare hizmetleriyle sınırlı tutulmasını savunmuşlardır.
Gerçekte ise evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Her zaman ve her yerde Devlet, tüketiciyi korumak ve piyasa düzeninin daha iyi çalışmasını sağlamak için piyasaya doğrudan girmiş veya dolaylı olarak müdahale etmiştir. Aksi halde özel işletmelerin tek hedefi kar maksimizasyonu olduğu için, piyasada kısa sürede, tüketici aleyhine oligopol yapılar, monopolleşme oluşacaktır.
Öte yandan, özel sektörün üretip sattığı mallarla kamu hizmetleri birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Söz gelimi, daha çok sayıda otomobil üretimi daha fazla yol ve daha fazla park yerine ihtiyaç gösterir. Aksi halde trafik sorunları ve çevre sorunları ortaya çıkar.
Bu gün anladığımız anlamda devlet düzeni, eski Yunanda başlamıştır.
‘’Platon devleti doğal bir düzen olarak; yani bir canlı organizma gibi düşünmektedir. Ona göre, devlet canlı bir organizmadır çünkü devletin her organı ancak bütün yapı içinde yaşamını sürdürebilir. Bütünden ayrı bir devlet veya sivil kurum yaşamım sürdüremez. Çünkü bir organ bedene bağlı olduğu sürece canlılığını korur. Bu nedenle Platon’a göre, birey toplum dışında var olamaz; toplum da bireylerle var olur.’’
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, kalkınmanın hızlanması için devletin doğrudan piyasada olması lazımdır. Cumhuriyetten bu güne kadar gelen kalkınma sürecinde devletin yaptıkları yadsınamaz önemdedir.
Söz gelimi, 1933 den sonraki, birinci ve ikinci sanayi planları kapsamında sanayileşme yatırımlarını bizzat devlet yapmıştır. 1963 ile 1975 arasında, karma ekonomi modeli ile Türkiye kendi imkanlarına dayanarak, dışa bağımlı olmadan büyüme yaşamıştır.
Bu gün dünya ekonomisi, patlamaya hazır bir spekülatif balona dönüşmüştür. Bundan sonra ülkeler ister, istemez ulusal ekonomilerine dönmek zorunda kalacaklar. Bu açıdan bizim de yeni bir ulusal program ve yeni bir ekonomik anlayış geliştirmemiz gerekiyor.
Bu anlayış reformist bir anlayıştır. Bu günkü parti programları bu anlayıştan uzaktır. Söz gelimi hiçbirinin programında dış rekabet gücümüzü artıracak gerçekçi kur arayışı yoktur. Türkiye’de ekonomik ve sosyal istikrar sorunları ancak ve ancak ‘’Ulusal devlet ‘’ ve ‘’milli iktisat politikası ‘’ anlayışı ile çözülebilir.