Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul Tutanağı
23. Dönem 4. Yasama Yılı
80. Birleşim 31/Mart/2010 Çarşamba
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. İstem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tekrar yoklama yapacağım.
Üç dakika süre veriyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) Toplantı yeter sayısı vardır.
4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486)(x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde. 3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 11- Yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümü olarak eklenmiştir.”
CHP GRUBU ADINA ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Türk-Alman üniversite iş birliği, tarihin akışı içinde Türkiye’de önemli bir geçmişe sahiptir. 1933, İstanbul Üniversitesinde yapılan reformdan sonra, Alman bilim adamlarının İstanbul Üniversitesinin gelişmesine önemli katkıları olmuştur.
Mensubu olduğum İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, 1936 yılında Ömer Celal Sarç ile birlikte Alman hocalar Neumark, Kessler, Alfred Isaac, Rüstow tarafından kurulmuştur. Benim hocam Profesör Memduh Yaşa da Neumark’ın asistanıdır. Bu Alman hocaların önünde bugün saygıyla eğiliyor ve Tanrı’dan rahmet diliyorum.
Değerli arkadaşlar, tasarının 3’üncü maddesi Türk Alman Üniversitesi için kadro ihdas etmektedir. Ancak üniversitelere kadro tahsis etmek kolaydır, arsa ve bina tahsis etmek, vermek kolaydır, zor olan bu kadrolara insan vermektir, eleman sağlamaktır, akademisyen sağlamaktır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin kanayan yarasıdır. Artık mezunlar akademisyen olmak istemiyor. Neden istemiyor? Bakın, yeni mezun olmuş ve Sayıştaya denetçi yardımcısı olan bir elemanın, bir denetçi yardımcısının aldığı maaş 2.800 liradır. Bir araştırma görevlisinin aldığı maaş 1.730 liradır ve yeni bir profesörün aldığı maaş da 3 bin liradır. Şimdi, yeni bir profesör mezun ettiği bir Sayıştay denetçisi kadar maaş alırsa siz o ülkede yükseköğrenime nasıl akademisyen bulacaksınız? Nasıl akademik kadrolara sahip olacaksınız? Yine bir Sayıştay uzman denetçisinin aldığı maaş 6 bin liradır, ama otuz yıllık bir profesörün aldığı maaş 3.660 liradır.
Değerli arkadaşlar, biz demiyoruz ki, Sayıştayın maaşları yüksektir. Ama yanlış olan üniversite akademisyenlerinin, üniversite hocalarının maaşlarıdır. Şimdi bu maaşlar karşısında, siz devamlı üniversite açıyorsunuz, aynı havuzdan eleman kullanıyorsunuz, peki, nasıl sağlayacaksınız? Üniversite öğretim üyesi olmazsa üniversitede eğitim ve araştırma yapamazsınız.
Değerli arkadaşlar, üniversite öğretim üyeleri, YÖK’ten önce yurt dışına giderdi, akademik çalışma yapardı, bilimsel çalışma yapardı, YÖK’ten sonra bu giderek azaldı ve bugün hiçler seviyesindedir. Bugün, bütün bakanlıklarda denetim elemanları, uzmanlar yurt dışına gidiyor, ama üniversite öğretim üyelerinin, araştırma görevlilerinin, öğretim kadrolarının yurt dışına gitmesi için Türkiye’de ödenek yoktur, kaynak yoktur. Bu şartlarda siz nasıl öğretim üyesi yetiştireceksiniz?
Bilim adamları için araştırma imkânı yoktur. Kitapları basılmıyor, araştırmaları teşvik edilmiyor.
Bakın, OECD ortalaması olarak araştırma, geliştirme harcamalarının millî gelirdeki payı binde 22,6’dır. Türkiye’de bunun üçte 1’i, yani binde 7,3’tür. Arkadaşlar, araştırma, geliştirme harcamalarının artırılması gerekiyor. Türkiye, eğer bilimsel bir tabana oturtulmak isteniyorsa, araştırma, geliştirme masraflarının aynı oranda artırılması gerekiyor.
Şimdi bu durumda YÖK ne yapıyor arkadaşlar? Elbette ki, biz, üniversite kökenli insanlar olarak YÖK’ün çok eziyetini çektik, çok eziyetine katlandık. Ama bu millet de YÖK’ün eziyetine katlanıyor.
Bakın, birkaç yıl öncesine kadar YÖK’ü 1982 Anayasa’sının antidemokratik kurumu olarak tarif eden iktidar, şimdi 180 derece çark ederek, YÖK’ten çok YÖK’çü oldu. Üstelik anayasa taslağında, siyasi iktidarın antidemokratik olarak gördüğü YÖK, şimdi, Anayasa üyeliği için 4 üye teklif ediyor.
Değerli arkadaşlar, 2004 yılında Sayın Sezer 22 rektör atamasından 5 adedini, 22 rektör atamasından yalnızca 5 adedini ikinci sıradan yaptı. Bu uygulamayı dramatik olarak nitelendiren bugünkü Sayın Cumhurbaşkanı şimdi ne yapıyor? Bakın, Sayın Abdullah Gül yeni kurulan üniversiteler hariç atadığı 25 rektörün 14’ünü ikinci ve son sıralardaki adaylardan yapmıştı.
Değerli arkadaşlar, Hükûmetin tutumu, siyasi iktidarın anlayışı yükseköğrenimi piyasa malı yapmıştır. Eğitimin paralı olması bir tarafa, eğitim, yükseköğrenim piyasa malı hâline gelmiştir yani sosyal özelliği ortadan kaybolmuştur. Vakıf üniversitelerinin ücretlerine bakın, 10-15 bin lira ile KDV hariç 25 bin liradır. Dikkatinizi çekerim, “KDV hariç, KDV dâhil” diye, üniversite fiyatları gazetelerde anons ediliyor. Değerli arkadaşlar, 25 bin lira artı KDV ne demektir biliyor musunuz? 2 çocuklu, evli bir asgari ücretlinin üç sene dokuz aylık maaşı demektir. Değerli arkadaşlar, bu, hangi sosyal düzene uyar? Bu, hangi fırsat eşitliğine uyar? Sayıları elliye ulaşan -kırk beş, artı beşte geliyor- vakıf üniversiteleri, yükseköğrenimdeki toplam öğrencilerin onda 1’inden azını yani yüzde 8,69’unu okutuyor. Devlet üniversitelerinde de harçlar yüksek. Biz, üniversitede harcını ödeyemediği için kaydı silinen birçok öğrenci tanırız.
Ardahan ve Muş gibi illerde, dershane olmadığı için yahut da dershane olduğu hâlde halkın parası olmadığı için, öğrencinin gidecek kudreti, gücü olmadığı için, öğrenciler sınavlarda en son sıralardadır ve Türkiye’nin şunu unutmaması lazım: Dershaneye gidip taktik alamadığı için son üniversite sınavlarında 30 bin gencimiz sıfır çekmiştir. Bu, bir ülkede yükseköğrenimin iflası demektir. Eğitimde fırsat eşitliği olmazsa bir ülkede, o ülkede sosyal kastlaşma olur ve sosyal kastlaşma da terör demektir, anarşi demektir.
Değerli arkadaşlar, Türk-Alman Üniversitesinden mezun olanlar, düşündünüz mü, Türkiye’de mi çalışır, Almanya’da mı çalışır? Türkiye zaten yeteri kadar beyin göçü veriyor.(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Biz, Türkiye’de eğitiyoruz, uzman yapıyoruz, masrafına katlanıyoruz, bunları hazır kurulu fabrikalar gibi gelişmiş ülkelere peşkeş çekiyoruz. Türkiye’de özellikle yükseköğrenimde iş gücü planlaması yapılmıyor, bir yandan 5,5 milyon fiilî işsiz var, öte yandan sanayici tornacı bulamıyor, kaynakçı bulamıyor, presçi bulamıyor ve bunları bulamadığını ifade ediyor.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de neden ara eleman yetiştiren bir eğitim sistemi yok? Eğitimde kavga neden yalnızca imam-hatip üzerine sürdürülüyor? Bu sorulara Sayın Bakanın inandırıcı bir açıklama yapmasını umuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Korkmaz.