TÜRKİYE’DE BÜYÜME, İSTİHDAM VE ÇÖZÜM / MUĞLA ÜNİVERSİTESİ

ESFENDER KORKMAZ
KONFERANS- 3 MAYIS 2010- SAAT: 11.00
MUĞLA ÜNİVERSİTESİ KONFERANS SALONU

 

 

TÜRKİYE’DE BÜYÜME, İSTİHDAM VE ÇÖZÜM

 

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde bir grup öğretim üyesi ve öğrenciler tarafından yapılan ‘’Riskler ve Beklentiler 2010 – İstanbul Araştırması’’nda açık uçlu soru olarak sorulan, ‘’Sizce Türkiye’nin çözülmesi gereken en önemli sorunu nedir? ‘’ sorusuna, Halkın yüzde 56.1’i ,’’İşsizlik ve Ekonomik sorunlar‘’ şeklinde cevap vermiştir.

 

Yine, aynı araştırmada ‘’Önümüzdeki on yıl içinde, size göre ülkemizin en başta gelen hedefi ne olmalıdır? ‘’ sorusuna da, halkın yüzde 79.10 ‘’Yüksek bir ekonomik kalkınma hızı‘’ şeklinde cevap vermiştir.

 

 

Ekonomide temel sorunun büyüme ve istihdam olduğu, ampirik olarak da gözlemlenmektedir. Ekonomide eksi büyüme ve işsizlik aynı zamanda gelir dağılımını da bozar… Ancak gelir dağılımında bozulmanın tepkileri daha geç ortaya çıkar.

 

Bu çalışmada, önce Dünya ekonomisinin özet durumu ele alınacak, sonra Türkiye’nin büyüme ve istihdam sorunu ile çözüm nedir sorusu tartışılacaktır.

 

I) DÜNYA EKONOMİSİNDE BEKLENTİLER


2009 dünya ekonomik krizi, sermaye hareketlerinin kontrol dışı kalması ve sektörel dengenin bozulmasıyla ortaya çıktı. Spekülatif fonların hızlı hareket etmesi küresel piyasayı kırılgan yaptı. Konjonktürel dalgalanma hızlandı.  Ekonomik krizlerin aralığını daralttı.

 

Küreselleşme hevesi, iktisatta Ricardo’nun “karşılaştırmalı üstünlükler teorisi”nden ilham aldı. Ülkelerin iş bölümü ve uzmanlaşmaya dayanan ticaretleri, fırsat maliyetleri açısından maliyetlerin düşmesine, üretilen malın artmasına imkan sağlar. Bu yolla dünya üretimi ve dünya refahı artar. Ne var ki, uygulama farklı oldu.

  • Küresel süreç, spekülatif fonların cirit attığı bir dünya yarattı. Finans sektörü aşırı şişerek, reel sektörü temsil etmekten uzaklaştı. Sektörel denge bozuldu.

  • Dünya ekonomisi ve hükümetleri de finansal sistemin hakimiyeti altına girdi.
  • Mal hareketleri önünde yine gümrükler var.

  • Emek yerinde kaldı. Hatta sermaye hareketi hızlanınca, emek hareketi kısıtlandı. Faktörel denge bozuldu.

  • Sosyal dengeler de bozuldu. OECD raporuna göre (Growing Unequel?: Income Distributin and Poverty’ in OECD Countries) Çin ve Hindistan gibi nüfusu yüksek ülkelerde, milyonlarca insan açlıktan kurtuldu… Ancak dünyada fakir- zengin farkı arttı. Sendikalar zayıfladı. İşçiler korunmuyor. Çocuk yoksulluğu arttı.

 

Ne yapmak gerekir?

 

1) IMF Dünya Ekonomik Görünüm raporunda, Spekülatif sermaye ve kısa vadeli sermaye hareketlerini kontrol etmek gerektiğini söylemiştir. Benim, 2005 yılında yayınlanan ‘’Ekonomik Riskler: Kur riski ‘’ kitabımda, spekülatif sermayenin kur politikası yoluyla kontrol edilmesi gereğini vurgulamıştım.

 

Şimdi bu kontrol, vergi, munzam karşılık ve işlem vergisi şeklinde olabilir. Bunlardan birisi veya birkaçı olabilir.

 

2) 1970- 1974 Dolar-Altın ilişkisi bitince, IMF ve Dünya Bankasını da içine alan Bretton – Woods dünya para sistemi, kur istikrarını ve para sistemine olan güveni sağlamakta yetersiz kaldı. Tek başına dolar rezervlerine bağlı kalan sistem, ABD bütçe açıklarının, dış borçlarının ve ekonomik krizin getirdiği maliyetlerin, dolar rezervi tutan ülkelere ve ABD dışında yaşayıp, cebinde dolar taşıyanlara ödetiyor.

 

Dünya para sistemini, dolar yerine, Dolar, Avro ve Yen’den oluşan yeni bir sepete bağlamak gerekir. Bu sepette yer alacak her üç para da, ülkelerin GSYH ile orantılı olabilir. (dolar yüzde 47, avro yüzde 38 ve yende yüzde 15 oranında)

3) Dünya para sistemine geçildikten sonra, 10 yıllık bir hazırlıkla ‘’Dünya Merkez Bankası‘’ kurulabilir.


John Maynard Keynes, 1944 yılında bir Dünya Merkez Bankası kurulmasını önermişti. Keynes’e göre bu banka bütün ülke merkez bankalarının üstünde bir uluslararası merkez bankası konumunda olacak ve Bancor adlı bir rezerv yaratabilecekti.

Keynes’in önerisi bu gün için geçerli bir öneridir.


Birleşmiş Milletler kararı ile ve arkasında Birleşmiş Milletlerin olduğu bir Dünya Merkez Bankası ve bu bankanın yaratacağı rezerv para Bancor (altın para), para sisteminde istikrar sağlayacaktır.

 

II) TÜRKİYE’DE BÜYÜME

 

Ekonomik krizin, kısa sürede ortaya çıkan iki temel göstergesi büyüme ve istihdamdır. Gelir dağılımındaki bozulma daha geç anlaşılır.


2008 son çeyreği ve 2009 ilk üç çeyreğinde, olmak üzere Türkiye dört çeyrek üst üste eksi büyüme, başka bir ifade ile bir yıl süren bir resesyon yaşadı.2009 son çeyreğinde yüzde 6 büyüme oldu.  2009 yılında ise büyüme oranı yüzde

 – 4.7 oldu.2009 yılı fert başına GSYH da bir önceki yıla göre azalma ise yüzde 5.8 oranında oldu.

 

2009 krizinde dünya yüzde 1.1 oranında küçüldü. ABD yüzde 2.7 küçüldü. Gelişmekte olan ülkelerde ise tersine ortalama yüzde 2.1 oranında büyüme yaşandı.

 

Türkiye’nin büyümedeki performansını ölçmek için diğer gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırmak gerekir.

 

TABLO I: DÜNYADA BÜYÜME ORANI

YILLAR

2007

2008

2009

DÜNYA

5,20

3,00

-1,1

GELİŞMİŞ ÜLKELER

2,70

0,50

-3,20

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER

8,30

6,10

2,10

TÜRKİYE

4,50

0,70

-4,70

KAYNAK: IMF World Economic Outlook – October 2009

KAYNAK: IMF World Economic Outlook – January 2010 Update

 

TABLO II: BAZI GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE 2009’DAKİ BÜYÜME ORANI

ARJANTİN

– 2,5

HİNDİSTAN

7,5

BREZİLYA

– 0,4

ÇİN

8,7

GÜNEY KORE

0,2

TÜRKİYE

– 4,7

POLONYA

1,7

 


2) Daha uzun dönem itibariyle bakarsak, 2003-2009 arasında geçen 7 yılda, gelişmekte olan ülkeler yüzde 54 büyürken Türkiye daha yavaş, yüzde 35.8 büyüdü.

TABLO: III – GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE VE

TÜRKİYE’ DE BÜYÜME ORANLARI

YILLAR

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER

TÜRKİYE

2003

6.20

5.3

2004

7.50

9.4

2005

7.10

8.4

2006

7.90

6.9

2007

8.30

4.5

2008

6.00

0.7

2009

1.70

-4.7

2003 – 2009
BÜYÜME ENDEKSİ

154.0

135.8

(2002=100) KAYNAK: IMF, World Economic Outlook – October 2009 raporundan endeksler hesaplandı

3) Fert Başına GSYH da meydana gelen büyüme, gelir artışı ve refah göstergesi olarak daha önemlidir.  Türkiye’de 2009 yılında, fert başına gelirde büyüme – 5.8 oldu.

 

4) Türkiye’ nin son on yıllık büyüme trendine bakarsak üç karakter gözleyebiliriz…

 

  • Türkiye 2000 yılından bu güne kadar, istikrarsız bir büyüme içindedir.
  • Eğer bir dünya krizi olmasaydı da,  Türkiye 2009’da yine bir eksi büyüme yaşayacaktı. Zira Dünyada ekonomik kriz başlamadan, Türkiye de büyüme oranları düşmeye başlamıştı. Ekonomik konjonktür daralma yönünde idi. Bu durum Grafik 4’ te açıkça görülüyor.
  • Yine Türkiye dünya krizi yokken, 2008 yılında fert başına gelirde eksi büyüme yaşamaya başlamıştık. 2008 yılında GSYH’ da büyüme yüzde birin altında yüzde 07 oldu ve fakat GSYH, yüzde 0.5 küçüldü. Tablo:2

 

GRAFİK: III

 



En yüksek büyüme 2004 yılında oldu. Bu yıl, kısa vadeli sermayenin ve özellikle iktidarın ilk yılında Türkiye’ye körfez sermayesi girmeye başladı.

Kısa vadeli sermayeye yerli sermayeye göre vergi avantajı sağlandı. Türkiye’ye sermaye girişi hızlandı. Özel sektör dış borçlanma yoluyla, aramalı ve hammadde ithalatını artırdı. Dış talep elverişli dış talep nedeniyle, Liranın aşırı değer kazanmasına rağmen Türkiye’nin ihracatı arttı.

 

TABLO: IV – KİŞİ BAŞINA GAYRİ SAFİ YURT İÇİ HASILA  

YILLAR

SABİT FİYATLARLA GELİŞME HIZI

2000

5.3

2001

-7.0

2002

4.8

2003

3.9

2004

8.0

2005

7.1

2006

5.6

2007

3.4

2008

-0.5

2009

-5.8

 

 

 

 

GRAFİK: IV


 

 

II) İSTİKRARSIZ BÜYÜMENİN NEDENLERİ

1) Ortalama tasarruf oranının ve ortalama yatırım oranının düşmesi:

 

DPT verilerine göre, 2002 yılında, özel tasarrufların GSYH ‘ya oranı yüzde 25.30 iken 2009 yılına bu oran  16.80’ e  geriledi.Aynı dönemde özel tasarruf oranı da yüzde 25.30 ‘dan  yüzde 16.80 ‘e geriledi.

 

TABLO V – TASARRUF/GSMH Oranları

YILLAR

Özel Tasarruf/GSMH

Kamu Tasarruf/GSMH

Toplam Tasarruf/GSMH

2000

23,40

-5,20

18,20

2001

27,30

-9,90

17,40

2002

25,30

-6,20

19,10

2003

24,60

-5,30

19,30

2004

21,60

-1,30

20,30

2005

14,20

4,00

18,20

2006

11,30

5,30

16,60

2007

13,10

2,40

15,50

2008

15,10

1,70

16,80

2009

16,80

-2,60

14,20



GRAFİK:V



Özel tasarruf oranının düşmesinin nedenleri şunlardır:

 

  • Genel kurala uygun olarak, Türkiye’de de özel tasarruflar ile kamu tasarrufları arasında ters bir ilişki var. 2008 yılına kadar, IMF’nin faiz dışı fazla şartı nedeniyle bütçe açıkları azaldı. Kamu tasarrufları arttı. Kamu tasarruflarının arttığı yıllarda, özel tasarruflar azaldı.

  • Özel tasarrufların düşmesinin ve tasarrufların yatırıma dönüşmesinin önündeki engeller, ekonomide kırılganlığın artması, piyasanın spekülatif yapı kazanması, kamuda şeffaflığın azalmasıdır.

  • Kredi kartları ve tüketici kredilerinin yaygınlaşması ortalama tüketim oranın artmasına neden oldu. Ayrıca, Türkiye’de mevduat, çok sınırlı olarak doğrudan yatırım kredilerine dönüşüyor.  BDDK raporuna göre, 2008‘den 2009 ‘a, bireysel krediler yüzde 10.9, kurumsal ve ticari krediler yüzde 7.9 artmış, KOBİ kredileri ise yüzde 0.7 düşmüştür.

 

  • İşsiz sayısı arttı. Eğitimde ve 18 yaş altında olan nüfus dilimi arttı. Gelirler azaldı.

 

  • Özel yatırımlarının teşvik edilmesi ve yönlendirilmesi anlayışında önemli değişiklik oldu. Yatırımlara verilen devlet desteğinde azalma oldu.

 

  • Yurt dışına kaynak transferi arttı.

 

2) Dışarıya kaynak transferi, yatırımların finansmanını zorlaştırdı.


Küreselleşme yatırım anlayışını değiştirmiştir. Gerçekte yatırım, sermaye mallarına ve teçhizat stokuna yapılan ilavedir. Oysaki Türkiye fiziki yatırımları unutmuştur. Spekülatif sermaye ve plasmanlar ön plana çıkmıştır.

 

Yatırım anlayışı da değişmiş, Plasmanlar yatırım olarak tarif edilmeye başlanmıştır. Oysaki örneğin, Borsaya plasman yapmak, yatırıma dönüşmüyor. Zira borsada yabancı sermaye oranı yüzde 70 olduğu için karlar dışarıya gidiyor.

 

2003 ile 2009 arasında, doğrudan yatırım ve çoğu da borsadan olmak üzere, yurt dışına 33 milyar 972 milyon dolar çıkmıştır.

 

TABLO VI – TÜRKİYE’DEN YURT DIŞINA KAR TRANSFERİ

(Milyon Dolar)

YILLAR

TOPLAM

2003

3.259

2004

3.948

2005

4.377

2006

4.645

2007

5.943

2008

6.460

2009

5.160

Toplam 2003-2009

33.792

              KAYNAK: T.C.Merkez Bankası – (2009 yılı verileri tahminidir)

 

3) Kamu borçlanma ihtiyacı, özel yatırımları zorluyor.

 

2002 yılında 150 milyar lira olan iç borç stoku, 2009 sonunda 320 milyar liraya yükseldi. Kamu kesimi iç borçlanmasının yüzde 113 oranında arması, özel kesime aktarılabilir fonlar üzerinde finansal bir dışlama etkisi (crowding out) yarattı. Kamu iç borçlanması bütçe açığını finanse etmek amacıyla yapılmış olmakla beraber, kamu alt yapı yatırımlarına tahsis edilebilir. Böyle bir durum, özel sektör yatırımlarını uyaracak ve onların verimliliğini artırabilecektir. Ne var ki, bütçede tasarruf söz konusu olunca, yalnızca kamu altyapı yatırımları ödenekleri kısılıyor.


4) Sıcak para ve düşük kur, yatırımı engelledi.

2002 Ağustos ayını baz alırsak, MB reel kur endeksinin bu günkü değeri 155.2 ‘dir. Yani bir doların 2.40 lira olması gerekiyor.

 

Döviz kurlarının düşük kalması da, özel sektörün, yatırım yerine ithalatı tercih etmesine neden oldu.


 
Kurdan dolayı, fiyatı suni olarak düşen ithal aramalı ve hammadde ile rekabet edemeyen aramalı üreten firmalar, örneğin iplik fabrikaları kapandı. İşsizlik arttı. Sanayi üretiminde aramalı ve hammadde oranı yüzde 76ya çıktı.


Türkiye ithalatı ile yabancı ülkelerde istihdama destek oldu.


Düşük kur, tüketim malı ithalatını da artırdı. Tüketim malı üreten firmalar da düşük kur ile rekabet edemedi. Türkiye potansiyel üretim imkanlarını kullanamadı.

Öte yandan, düşük kur, ihracatın da daha pahalı olmasına neden oldu. Türkiye’nin rekabet gücü düştü ve cari açıkları arttı.

 

 

TABLO VII – İTHALATIN YAPISI

 

YÜZDE

YÜZDE

YILLAR

2008

2009

TÜKETİM MALI

10,68

13,75

SERMAYE MALI

13,92

15,31

ARA MALLAR

75,40

70,93

ENERJİ

23,34

20,47

ENERJİ HARİÇ ARAMAL

52,06

50,46

TOPLAM

100,00

100,00

 

 

Türkiye düşük kur nedeniyle 2003 ile 2009 arasında, 234 milyar dolar dış ticaret açığı ve 170. 4 milyar dolar cari açık verdi.

 

 

TABLO VIII – DIŞ TİCARET AÇIĞI VE CARİ AÇIK

(2003 – 2009)

YILLAR

DIŞ TİCARET AÇIĞI

(Milyon Dolar)

CARİ AÇIK

(Milyon Dolar)

2003

13.489

7.515

2004

22.736

14.431

2005

33.080

22.198

2006

41.057

32.193

2007

46.795

38.311

2008

53.022

41.947

2009

24.729

13.854

TOPLAM

234.908

170.449

          KAYNAK: Hazine Müsteşarlığı

 

Cari açık potansiyel fakirleşme de yaratıyor. Cari açığın finansmanı dış borç veya varlık satışları yoluyla oldu. Dış borç faizi ve varlık satışın karının transferi yoluyla kaynak çıkışı olmaktadır. Net kaynak çıkışı, büyümeyi olumsuz etkiler.

 

5) Sektörel denge bozuldu.

 

2009 yılında, bankacılık sektörünün yarattığı GSYH yüzde 8.5 büyüdü. Buna karşılık imalat sanayinde yüzde 7.2 küçülme oldu. İki sektör arasında 15.7 puan fark var. Bu durum sektörel dengesizliğin büyüklüğünü göstermektedir.

 

Bankacılık sektörü için öne sürülen, ‘’Hemen hemen bütün ülkeler, küresel kriz nedeniyle bankalara destek verdi. Ancak biz vermedik‘’ savı doğru değildir.  

 

 

Aslında biz herkesten daha önce, 2001 yılından beri bankaları destekledik. Zararda olup, kapatılan bankaların bu zararları sosyalize edildi.

 

Örneğin, 2008 yılında batık bankalar nedeniyle TMSF’ nin hazineye borçları silindi.

 

16 Temmuz 2008 tarihli ‘’kamu finansmanı ve borç yönetiminin düzenlenmesi hakkında kanunda değişiklik yapılması hakkında kanunun geçici 17 maddesi aynen şöyledir.


‘’Tasarruf mevduatı sigorta fonunun, 31.12.2007 tarihine kadar verilen özel tertip devlet içi borçlanma senetlerinden doğmuş ve/ veya doğacak anapara, faiz, masraf ve gecikme zammından oluşan hazine alacaklarının bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkini bakanın teklifi üzerine maliye bakanı tarafından yerine getirilir.‘’


Bankacılık sektörünün silinen toplam 90 milyar lira borcun 70 milyar lirası batık bankaların borcu, 20 milyar lirası ise kamu bankalarının görev zararı idi.

 

III) BÜYÜMEDE DÜŞÜK PERFORMANS DEVAM EDECEK

 

IMF’ nin en son tahminine göre 2010 yılında gelişmekte olan ülkelerde ortalama büyüme yüzde 6.3 olacak. Buna karşılık Türkiye de yüzde 5.2 olacak. 2011 yılında da Gelişmekte olan ülkelerde ortalama Büyüme oranı yüzde 6.5 olacak, Türkiye de ise yüzde 3.4 olacak.

 

 

TABLO IX – IMF BÜYÜME TAHMİNLERİ

 

 

Büyüme

2010

2011

Dünya

4.2

4.3

Gelişmiş Ekonomiler

2.3

2.4

ABD

3.1

2.6

Euro Bölgesi

1.0

1.5

Japonya

1.9

2.0

Gelişmekte Olan Piyasalar

6.3

6.5

      Orta ve Doğu Avrupa

2.8

3.4

      Çin

10.0

9.9

      Rusya

4.0

3.3

      Brezilya

5.5

4.1

      Hindistan

8.8

7.8

      Türkiye

5.2

3.4



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                       (Not: IMF’nin 2010 yılı tahmini)


 

 

 

 

 

GRAFİK VI:


 

 

IV) İŞSİZLİK PLATOSU YÜKSELDİ


1995 ile 210 seneleri arasında geçen on beş yılda, işsizlik oranı ortalama yüzde 7’den yüzde yüz artarak, yüzde 14’ e sıçradı.

TABLO X: İŞSİZLİK PLATOSUNDA SIÇRAMA

YILLAR                      ORTALAMA İŞSİZLİK ORANI

————-                   ——————————————-

1988-1994                             8.4

1995-2000                             7.0

2001-2009                            10.7

2009-2012                            14.0

 

 

 

İstihdam ve işsizlikte yaşanan 3 gelişme şöyle oldu:

·         Üretimin yüzde 70 oranında ithal aramalı ve hammadde kullanması nedeniyle, büyüme ile istihdam arasındaki ilişki kesildi.

·         Fiili işsizlik oranı yüzde 21.6 oldu.

·         Son 15 yılda işsizlik oranı 3 plato sıçradı.

2010 Ocak ayında, 3.591 kişi işsiz olarak, 2248 kişide iş aramayıp iş başı yapmaya hazır ilan edildi. Bu şartlarda fiili işsizlik oranı yüzde 21.6’dır.

IV) ÇÖZÜM İÇİN İKTİSAT POLİTİKASINDA RADİKAL DEĞİŞİKLİK YAPILMALI.

Bu güne kadar Türkiye’de uygulanan iktisat politikalarının iki temel özelliği var:

 

1) Küreselleşme sürecinde ekonomi, dış şoklara, spekülatif hareketlere karşı korumasız kaldı.

 

Kısa vadeli sermayeye ve spekülatif fonlara sıfır vergi uygulaması getirildi. Piyasaya spekülatif fonlar hakim oldu. Bu fonlar Piyasa ekonomisinin düzenli işleyişini engelledi. Dış açıklar ve dış borçlanma arttı.

 

Devletin, piyasayı, denetleme, haksız rekabeti önleme ve rekabeti sağlamak şeklindeki işlevleri kaldırıldı. Doğal tekellerin, Alt yapı yatırımlarının blok satış yoluyla özelleştirilmesi sonucu Devletin ekonomi içindeki optimal büyüklüğü kayboldu.

 

2) Plansız- programsız bir yönetim anlayışı hakim oldu… Günübirlik, pratik politikalar hakim oldu. Ekonomide kırılganlık arttı.

 

V)EKONOMİDE YENİ YAKLAŞIM NE OLMALI?

 

Küreselleşmenin maliyetlerini ortadan kaldıracak ve Türkiye’ nin ulusal çıkarlarını gözetecek, Uzun vadeli ‘’Ulusal strateji ‘’ geliştirmeliyiz. Hedef, Türkiye’nin dış açıklarını önlemek ve piyasayı spekülatif sermaye akımları ile dış şoklara karşı dayanıklı yapmak olmalıdır.

 

Salt iktisadi büyüme yerine, eğitimde, sağlıkta, kültürel yapıda, gelir dağılımında iyileşmeyi de içeren ‘’iktisadi gelişme’’yi hedeflemeliyiz.

 

Devletin piyasayı denetleme ve ekonomi içinde sürükleyici ve düzenleyici fonksiyonlarını yeniden kazandırmamız gerekir. Bunun için Devletin ekonomi içindeki yeri, optimal sınıra yükseltilmelidir. Rekabetçi piyasa oluşmasında, kaynakların etkin kullanılmasında devletin işlevleri artırılmalıdır.

 

Kamu yatırımlarında, eğitim ve sağlık gibi sosyal faydası olan hizmetlerde, sosyal fayda ve istihdam gözetilmelidir.

 

Kaynak kullanımında planlama yapılmalıdır. 1980’ den beri askıya alınan planlamayı yeniden devreye sokmalıyız. Küresel süreçte ulusal politikaları koordine edecek “dinamik bir planlama” modeli getirmeliyiz.

 

Planlamada hedef olarak:

 

1)      İç tasarrufu artırmak ve tasarrufları yatırımlara yönlendirmek,

2)      Bozulan Yapısal dengeleri yeniden sağlamak… Bu çerçevede, Ekonomide finans – reel sektör arasında yeniden denge sağlamak (sektörel dengeyi kurmak, Sektörlere göre sermaye – emek optimal bileşimini (faktörel dengeyi) sağlayacak önlemler almak, Piyasa kirlenmesini engellemek, oligopol ve kartel yapıları önlemek,

3)      İstihdamın artırılmasını sağlamak,

4)      Gelir dağılımında iyileştirme yapmak olmalıdır.

 

VI) POLİTİKA ARAÇLARI

 

Bu çerçevede uygulanacak politika araçları ise şöyle olmalıdır


1)Para ve kur politikası değişmelidir. T
ürkiye’de dalgalı kur sistemi , piayasa şartları , cari açıktan daha fazla sıcak para girişi nedeniyle  döviz kurunu otomatik olarak dengeye getiremedi.  Ayrıca Merkez Bankasının yalnızca TL’yi gözetmesi ve eflasyonla mücadele için düşük kurdan yararlanmak istemesi ve  kuru gizli çıpa olarak kullanması bu parelelde uygulama yapması  kurun düşük kalmasına neden oldu.

 

Rekabetin temel ögesi kurdur. Yalnızca verimliliğin ve kalitenin artırılması ile uygulamada dış rekabet gücümüzü artırmak mümkün değil. Çünkü bütün ülkeler verimliliği ve kaliteyi artırmak peşindedir.

 

Türkiye için optimal kur rejimi, başta rekabet gücümüzü artıracak, ekonomik konjonktürü, mevcut riskleri, piyasa şartlarını dikkate alan ve kurdan dolayı ortaya çıkabilen sosyal maliyetleri minimize eden bir rejimdir. Bu rejim, “yönetimli dalgalanma olabilir’’.


Bu anlamda, önce özerkliğine dokunmadan MB’ nın görev tarifini yeniden yapmalıyız. MB tek görevi enflasyonla mücadele olmamalı. Zira artık anlaşıldı ki , enflasyonu yapısal sorunlar da etkiliyor. Enflasyon, kur, faiz üçgeninde, MB faizlerde zaten gecikmeli de olsa piyasayı takip ediyor. MB’ nın düşük kuru enflasyonda gizli çıpa olarak kullanması, kur dengesini daha çok bozuyor.


Bu çerçevede:

  • MB kanununda değişiklik yapılarak, MB bir geçiş dönemi içinde reel döviz kuru hedeflemelidir.
  • MB kur düşüşünde daha aktif müdahale etmeli ve döviz rezervini artırmalıdır.  MB brüt rezervinin, dış borç stokuna oranı yüzde 25. dolayındadır.  Türkiye’de MB döviz rezervi 70 milyardır. Buna karşılık Brezilya’da 200 milyardır.
  • MB, döviz alımlarını artırmalı. Müdahale ve rezerv artışında ortaya çıkan likiditeyi, açık piyasa işlemleri yapmak, reeskont faizlerini artırmak, bankaların zorunlu karşılıklarını artırmak yoluyla, yeniden emebilir.
  • Hazine yeniden döviz cinsi iç borçlanma yapmalı. Bu yolla Türkiye’de dolarizasyon kısmen önlenmelidir.
  • Kur üstüne baskı oluşturan, sıcak paradan vergi alınmalıdır.
  • Yine sıcak paradan, yüzde 10 dolayında, MB’ da karşılık ayrılması da düşünülebilir. Tayland’ da karşılık ayrılması başarılı olmadı. Ancak, hem oran yüksekti… Hem de o gün sıcak para için daha fazla alternatif vardı. Bu gün sıcak paranın aşırı kırılganlık yaratarak üreselleşmeyi riske soktuğu anlaşıldı.
  • Sıfırdan yatırım yapacak, uzun vadeli yabancı yatırım sermayesine, özel yatırım desteği ve vergi indirimleri sağlanmalı.
  • Konvertibiliteye sınır getirilmeli. 10.000 doların üstündeki paraya, gerektiğinde kaynağı sorulmalıdır.
  • Kredi faizlerine reel faiz sınırı getirilmeli. Bankaların gizli faiz alması önlenmelidir.
  • Bankaların iştiraklerine sınır getirilmelidir.
  • Bankaların yabancıya satışına sınır getirilmeli. Mevcut bankalarda yüzde 20’nin üstünde kalan yabancı hisseler, hazine tarafından satın alınmalıdır.
  • Off- shore bankacılık şeffaf kurallara bağlanmalı veya tamamıyla kaldırılmalıdır.


2) Maliye Politikaları planlı ve daha aktif olmalıdır.
Uygulamada, vergiler ve harcamalar günlük ihtiyaçlara, bütçenin durumuna göre günlük kararlar olarak alıyor. Bu kararlar torba yasalarla meclisten geçirildi. İşsizlik fonu veya özelleştirme gelirleri de günlük kararlarla kullanılıyor.

 

Öncelikle bu anlayışın değişmesi ve devletin mali planı olan bütçe prensiplerinin uygulanması, örneğin bütçede birlik ve şeffaflık sağlanması gerekir.

 

Vergi adaletinin sağlanması için dolaylı vergiler düşürülmeli, gelir vergisi oranları çalışanlar için yüzde 10 ile yüzde 25 arasında olmalıdır. Asgari ücretin tamamı vergi dışı tutularak, halkın satın alma gücü artırılmalıdır. Buna karşılık kurumlar vergisi oranları artırılmalı, ancak yatırım yapan işletmelerde söz konusu oranlar düşük tutulmalıdır. Kentsel rantlardan vergi alınmalıdır.

 

Meclis denetimi dışındaki fonlar ve uygulamalar kaldırılmalı. Tüm kamu sektörünü kapsayacak, “global bütçe” uygulamasına gidilmelidir.

 

3) İstihdam politikası değişmeli – işsizlik yoksulluk önlenmeli


Dış kaynağa dayanan büyüme yerine, iç tasarrufa dayanan ve istihdam odaklı bir politika izlenmelidir.

 

Yüzde 37- 40 olan istihdam yükü ve ayrıca ortalama yüzde 10’ olan kıdem tazminatı yükü, İşletmeleri işçi çalıştırmak yerine sermaye yoğun, teknoloji ağırlıklı yatırımlara zorluyor.  İstihdam yükünü Avrupa Birliği ve OECD ortalama düzeyine indirilmek gerekir.

Eğer istihdam yükü yüzde 25’ e inerse, bir kısmı tarımda olan 8.5 milyon kayıt dışı çalışanın en az yarısı kayıt altına girer. Zira yüzde 37 – yüzde 40 istihdam yükü, kaçak işçi çalıştırmayı teşvik eden ağır bir yüktür. Bu yük düşerse, riske değmeyeceği için kayıtlı istihdam artar. İstihdam gelirinde ise kayıt altına alınanların ödeyecekleri primler, vergi ve prim oranındaki düşmeyi telafi eder.

 

İşsizlik sigortası fonu yalnızca işsizler için kullanılmalı ve uzun süreli ödenek verilmelidir.

 

Yoksullukla mücadelede aile sigorta sistemi getirilmelidir.

 

4) Sektörler yeniden yapılandırılmalı

 

Sanayi sektöründe kapasite kullanım oranı düşüktür. Örneğin imalat sanayinde bu oran yüzde 70 platosundadır. Yüzde 80’in üstüne çıkarılmalıdır. Kapasite kullanım oranı artarsa, üretim maliyetleri de düşer.

 

 

GRAFİK VII:

 

 

 

Gerçekçi döviz kuru, Türkiye’nin rekabet gücünü artıracak, ihracat artacak, aramalı ve hammadde içeride üretilecek ve kapasite artacaktır.

 

Öte yandan, devletin altyapı yatırımlarını tamamlaması ve mevcut altyapı yatırımlarını da özelleştirme dışında tutması halinde, hem yeni yatırımlar artacak hem de mevcut kapasite kullanımı artacaktır.

 

Sorunsuz belediye yoktur. Belediyelerin hangi hizmetleri ve hangi standartlarda yapacağı açık değildir. Bu nedenle kaynak israfı olmaktadır. Doğrusu Merkezi devlet ve mahalli idarelerin, yetki ve sorumluluğu yeniden tarif etmek ve yetki çatışmasını önlemektir.

 

Yine Hazine dışında devlet borçlarını yönetmek için ayrı bir “borç amortisman idaresi” kurulmalıdır.

 

Özel sektörde yatırım ve ihracatın teşviki için daha fazla kaynak ayırmak ve teşvik imkanlarını, yatırımlarda tamamlama aşamasına bağlı olarak orantılı artırmak gerekir. Örneğin, yatırımlar yüzde 50’ ye kadar tamamlanırsa, toplam yatırım tutarı üzerinden yüzde 10 yüzde 50 ile yüzde 100 arasında yüzde 20 teşvik verilmelidir. Ayrıca yatırım teşvikleri, hazineden alınıp yeniden planlama teşkilatına verilmelidir.

 

Tarım sektörüne spesifik ve müdahaleler yapılmalı. Tarımsal destekler artırılmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir