TÜRBANIN SOSYO – EKONOMİK ALTYAPISI NASIL OLUŞTURULDU?
CHP Genel Başkanı Sayın Baykal, Türbanın Anayasaya girmesini ‘’tarihin kırılma noktası‘’olarak ifade ediyor.
Aslında, AKP ve MHP’ nin “Türbanı Anayasaya sokma talebi”, İstiklal Savaşı sırasında açıktan açığa, son 85 yıldan beridir de yeraltında çalışan ve AKP’ nin yüzde 47 oy almasından sonra açığa çıkan bir “zihniyet değişikliği” talebidir. Bir “karşı devrimdir”… Bir ‘’kara devrimdir‘’ Ve bir “Negatif toplumsal dönüşüm programının” atlama taşıdır.
Türkiye bu kırılma noktasına nasıl geldi? Siyasi – sosyal ve ekonomik altyapı nasıl oluştu? Nereye gider?
1) Siyasi Arenada karşı devrim, AKP’ yi bir piyon olarak kullandı.
Bu karşı devrimin altında yer alan ülkeler, tarikatlar ve ekonomik güçler değişmedi. Bu güçler şimdi AKP’ yi, AKP’ de türbanı bir piyon olarak kullandı.
Erbakan’ ın daha açık olması, karşı devrimin arkasında olanları tedirgin etti. Tayip Erdoğan, karşı devrimin sinsice ilerlemesinde daha elverişli olduğu için, o seçildi. Tayip Erdoğan, içeride ve dışarıda siyasi tavizler verdi. Bu gün AKP’ nin yüzde 47 oy alması, karşı devrimin yeraltından meydana çıkmasına imkan verdi. Başbakan türbanın sembol olduğunu söyleyerek, gerçek hedefini açıkladı.
Türban bir kırılma noktasıydı… Türbanın Anayasaya girmesinin arkasından, vakıflar kanunu, İmam hatip liselerine kendi alanları dışındaki fakültelere girme hakkı verilmesi, Yargıtay’ın daraltılması gibi Laiklik karşıtı yasa ve uygulamalara hızla başlandı.
Öte yandan türbanın yalnızca siyasi altyapısı tartışılmaktadır. Gerçekte ise daha da önemli olan bir de sosyo-ekonomik altyapısı vardır.
2) Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerde paralı türbanlılar var.
AKP, paralı asker gibi, maaşlı türbanlılar tutarak senelerdir türbanı tanıttı ve halkın gözünü alıştırdı. Kara devrimin altyapısını hazırladı.
Şimdi türban kavgasıyla toplum ikiye bölünmek isteniyor. Toplumda anarşik ortam yaratılırsa, karşı devrimin bir emrivaki ile getirilmesi daha kolay olur. İran’ daki sosyal anarşi de aynı şekilde ortaya çıkmıştı. İran’ ın sosyal yapısı, inanç anlayışı, insanların algılaması ve tepkileri daha farklı olabilir. Zaten bu nedenledir ki, Türkiye’ de yürürlüğe konulan karşı devrim yolu, İran’ dan farklıdır.
Laik demokratik Cumhuriyete karşı yürütülen karşı devrim hemen anlaşılmaz… Zira sosyal olaylar, siyasi olaylar kadar net görünmez. Uzun dönemde ve yavaş yavaş ortaya çıkar. Bir gün işten geçmiş olabilir.
3) Ekonomide ulusal ekonomik yaklaşım yerine tutsak ekonomi tercih edildi.
Ekonomide Ulusal politikalar, ulusal yaklaşım, ümmetçilik gibi akımların karşısında en güçlü engeldir. AKP iktidarı bilerek ulusal politikaları engelledi. Ulusal politikalar, toplumun daha bilinçli ve tepkili olmasına imkan verir.
AKP iktidarında, Türkiye Dünyanın en çok cari açık veren ülkesi oldu. AB ve IMF gibi çıpalara muhtaç oldu. Halk ve özel sektör borç-harç içinde kaldı. Özel sektör ‘’kur artarsa zora girerim‘’ korkusuyla sesini kesti.
Bir ülkenin ekonomik altyapısına, ekonomik imkanlarına, üretim altyapısına sahip olanlar, o ülkenin yönetimine de sahip demektir. Başbakan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden başlayarak, bu imkanları oluşturdu. Bugünkü negatif sosyal dönüşümü destekleyecek zenginler ve kadrolar oluşturdu. Bugünkü hükümete eski Büyükşehir kadroları hakimdir.
Özet olarak AKP karşı devrimi, Siyasi-sosyal ve ekonomik alanda ulusal değerlerin tahribi ve türban dahil, 85 yıldır oluşan değerlerimizin yozlaştırılması üstüne kurdu.
EKONOMİDE TAM BAĞIMSIZLIKTAN TUTSAKLIĞA GİDEN YOL
Atatürk döneminde ekonomide temel yaklaşım, bağımsız ulusal politikalar oldu. 1923 ile 1933 arasında piyasa ekonomisine dayalı politikalar uygulandı… 1933-1950 arasında ise devletçiliğin hakim olduğu politikalar uygulandı. Ancak bu iki dönemde uygulanan iktisat politikalarının felsefesi birbirine ters olmasına rağmen temel yaklaşım ulusal politikalar oldu. Bağımsız bir ekonomi hedef alındı.
AKP, tam bağımsız ekonomik yaklaşımın adeta rövanşını alıyor. Türkiye’de başta IMF olmak üzere dış güçler ve bunların içerideki ajanları ekonomide ulusal politikaları yozlaştırdı ve ekonomiyi tutsaklığa götürdü. AKP iktidarında ekonominin tutsaklığa dönüşmesi daha hızlı oldu.
AKP İktidarında, Türkiye cari açık yoluyla kan kaybetti. Bankalara yabancı sermaye hâkim oldu. IMF ve AB çıpasına muhtaç kaldık.
İktisat politikalarına tamamıyla sıcak para hâkim oldu.
1) Türkiye küreselleşmeden en fazla zararlı çıkan ülkedir
Ulusal politika uygulayan ülkeler, küreselleşme sürecinden daha avantajlı çıktı. Çin, Rusya, Brezilya ve Endonezya dış ekonomik ilişkilerinde cari fazla verdiler. Yani dış ekonomik işlemlerinden dolayı kazandıkları dövizler, kaybettikleri dövizlerden daha fazla oldu.
Küresel süreçten en zararlı çıkan ülkelerden birisi ise Türkiye oldu. Türkiye, Polonya ve Yeni Zelanda’dan sonra Dünyada en fazla döviz açığı veren ülke oldu.
CARİ İŞLEMLER AÇIĞI VEREN ÜLKELER
CARİ İŞLEMLER
DENGESİ/GSYİH
Romanya – 10,3
Yeni Zelanda – 8,8
Türkiye – 8.0
Macaristan – 6,9
G.Afrika – 6,4
Çek Cumhuriyeti – 4,2
Kolombiya – 2,2
Hindistan – 2,2
Polonya – 2,1
Ukrayna – 1,7
CARİ İŞLEMLER FAZLASI VEREN
CARİ İŞLEMLER
DENGESİ/GSYİH
Brezilya 1,3
Şili 3,8
Endonezya 2,7
Hong Kong 10,2
G.Kore 0,7
Filipinler 2,9
Rusya 9,8
Singapur 27,5
Tayland 1,6
Peru 2,6
Kaynak: IMF, Reuters
2007 yılı cari açık, tahminlerin üstünde 38 milyar dolar olarak gerçekleşti. AKP iktidarında toplam dış ticaret açığı 160.2 ve toplam cari açık ise 116.4 milyar dolar oldu.
YILLAR DIŞ TİCARET AÇIĞI CARİ AÇIK
(Milyar dolar) (milyar dolar )
2002 7.3 1.5
2003 14.0 8.0
2004 23.9 15.6
2005 33.5 22.6
2006 41.3 32.2
2007 47.5 38.0
5 yıl toplamı 160.2 116.4
Cari açığın hızlı artmasının tek nedeni YTL’nin aşırı değerli kazanmış olmasıdır.
Örneğin 2007 yılında TÜFE’ ye göre ve reel olarak YTL dolar karşısında yüzde 23.7 değer kazandı. Euro karşısında ise yüzde 13.5 oranında değer kazandı. Bu nedenle İthalat ucuzladı. İhracat pahalı oldu. İthalat patlaması devam etti.
Cari açık ülkenin döviz kaybıdır. Şimdiye kadar bu açık sıcak para ve dış borçla finanse edildi. Sıcak para da kısa vadeli sermaye olduğu için, sonunda ülkeden çıkmaktadır. Üstelik spekülatif karlar elde ederek çıkmaktadır. Bunlar ülkenin kan kaybıdır.
Ayrıca, ekonomi kırılgan olduğu için, siyasi iktidarın gerçek hedefi anlaşıldığı için, Türkiye’nin riski daha yüksek kabul edilmekte ve bu nedenle gerek devlet ve gerekse özel sektör, diğer ülkelere göre daha yüksek faizle borçlanmaktadır.
Hükümet cari açığın artmasını büyüme ve enerji fiyatlarına bağlıyor.
- Oysaki 2007 yılında Büyüme oranının düşmesine rağmen cari açık arttı. Bu durum cari açığın büyümeye bağlı olarak artmadığını gösteriyor.
- Eğer YTL aşırı değer kaybetmemiş olsaydı, Enerji fiyatlarındaki artışı, ihracat artışı ve turizm sektöründe rekabet gücümüzün artmasıyla telafi edebilirdik. Cari açık ortaya çıkmazdı.
Başbakan ve Bakanlar cari açığın finanse edildiği için önemli olmadığını söylüyor.
Gerçekte ise, finanse edilmediği zaman zaten cari açık olmaz. Örnek bir işletme önce borç veya başka yoldan döviz bulur. Sonra ithalat yapar.
Cari açığın finansmanı, risk alan, üretim ve istihdam yaratan doğrudan yabancı sermaye yatırımı ile yapılsaydı, cari açık nedeniyle döviz kaybımızı telafi edilebilirdik. Oysaki cari açık dış borç, sıcak para ve varlık satışlarıyla finanse ediliyor.
- Dış borç nedeniyle faiz kaybımız oluyor. Faiz çıkışı Cari açığı artırıyor.
- Sıcak para kısa vadeli olduğu için, nasıl olsa çıkacak. Bu nedenle kısa vadeli borç etkisi yapıyor. Ayrıca sıcak para spekülatif kar çıkardığı için de cari açığı artırıyor.
- Varlık satışları ile cari açığın finansmanı da, satılan işletmelerin karlarının transferi nedeniyle yine cari açığı artırıyor.
Başbakan ve Maliye Bakanı, 2007 yılında 21.9 milyar dolar doğrudan yatırım sermayesi geldiğini ve artık cari açığın finansmanının daha kaliteli olduğunu söylediler.
Gerçekte ise Merkez Bankası verilerine göre, 2007 yılında Yurt içinde yerleşikler yurt dışında 2.1 milyar dolar yatırım yaptılar. Bunu çıkarırsak giren net sermaye 19.7 milyar dolar oldu.
Bu 19.7 milyar dolar içinde gerçek anlamda doğrudan yabancı yatırım sermayesi yoktur.
Giren bu yabancı sermayenin, 11.4 milyar doları banka ve aracı kurumlara gelmiştir. 5.1 milyar dolar, çoğu sanayi işletmesini satın almak için gelmiştir. 3 milyar doları, Türkiye de gayrimenkul satın almak için gelmiştir. 0.5 milyar doları da, Türkiye ‘deki yabancı sermayeli şirketlerin, yabancı ortaklarından almış oldukları borçlardır.
2) Sıcak para toplumu afyonladı, faizlerin düşmesini önledi.
Sıcak para stoku 2002 yılında 8.9 milyar dolar iken AKP iktidarında 90 milyar artarak 100 milyar doları geçti. Sıcak para ile döviz bolluğu ve suni bir refah oluştu. Halk aldandı. Suudi sermayesinin etki alanı genişledi.
Türkiye’ ye sıcak para getiren fonların sahibi belli değil. Bunların büyük bir bölümünün Suudi Arabistan’a ait olduğu tahmin ediliyor.
Başbakan da gerek özelleştirmede olsun, gerekse 2006 yılı ortasındaki sıcak para çıkışında olsun, Suudi sermayesine verdiği önemi belli etmiştir.
Ayrıca Suudi Kralı’ nı gerek Cumhurbaşkanının ve gerekse Başbakanın devlet protokolü dışına çıkarak ziyaret etmeleri de Suudilere verilen önemi göstermektedir. Suudilerin halife olmak için, İslam ülkelerinde faaliyet gösterdikleri de açıktır.
Sıcak para nedeniyle, ülkede kırılganlık ve risk artmıştır. Bu nedenle ve ayrıca sıcak para çıkışını önlemek için faizler yüksek tutulmuştur. Türkiye faizlerin en yüksek olduğu ülkedir.
Ülkelere göre MB gecelik faiz oranları:
Türkiye ……. ..15.75
İzlanda ………..13.75
Brezilya……….11.50
G.Afrika……….10.50
Mısır ……………8.00
Hindistan……….7.50
Çin………………7.47
İngiltere ………..5.50
G. Kore…………5.00
Kaldı ki, Kredi faizleri, tüketici kredi faizleri yüzde 25 ile yüzde 30 arasında değişmektedir. Dünyada faizlerin aylık olarak ilan edildiği ve hesaplandığı tek ülke Türkiye’dir. Daha önemlisi banka ve kredi kartları faizleri yüzde 96’ ya çıkmaktadır. Yüzde 8 enflasyonda yüzde 96 faiz uygulayan tek ülke yine Türkiye’dir.
3) Sıcak para ekonomide kırılganlık yarattı.
Sıcak para spekülatif sermaye olduğu için ve kırılganlığı artırdığı için, sıcak paranın gittiği ülkelere, sıfırdan yatırım yapan, uzun dönemli risk alan ‘’Doğrudan yabancı yatırım sermayesi ‘’gitmiyor. Türkiye’ye de 4 yıl önce gelen İzmit’teki otomotiv yatırımı dışında ciddi bir doğrudan yabancı yatırım sermayesi girmedi. Giren sermaye ya sıcak para, ya özelleştirmeden veya özel sektörden mevcut karlı şirketleri satın alan sermaye veya gayrimenkul satın alan sermaye şeklinde oldu.
Sıcak para da Türkiye’ yi Dünyanın en kırılgan ekonomisi yaptı. Örneğin
Ocak ayında yaşanan küresel dalgalanmada en fazla düşen İMKB oldu.
OCAK AYINDA BORSALAR
Ülke Oran
——— ———–
En fazla düşen borsalar
Türkiye -22.7
Çin -21.4
Rusya -16.1
Hindistan -16.0
Artan Borsalar
Ürdün 3.1
Fas 10.2
(kaynak: Hürriyet, 10 şubat)
4) ithalatta dışa bağımlı olduk
Sıcak para girişi döviz arzını artırdı. Döviz arzı arttığı için kurlar düşük kaldı. YTL aşırı değer kazandı. Kurların düşük kalmış olması nedeniyle, sanayide kullanılan aramalı ve hammaddeyi ithal etmek, üretmekten daha ucuza geldi.. Bu nedenle Türkiye de ham madde ve aramalı üreten KOBİ’ ler zor durumdadır.
Bu durumu gözle görebiliyoruz. Örneğin 5 yıl önce, Adana’ nın her tarafı beyaz pamuk tarlalarıydı. Bu gün tek-tük görüyoruz.
2007 YILI İTHALATININ YAPISI:
Milyar Dolar Yüzde pay
————— —————-
Toplam ithalat…………………170.0……… ………100.0
Yatırım malı …………………….27.0……………….. 15.9
Aramalı ve hammadde ………123.6…………………72.7
Tüketim malı …………………..18.7…………………11.0
Diğer………………………………0.7…………………..0.4
Toplam ithalat içinde yatırım malı ithalatının payı yüzde 15.9 olurken aramalı ve hammadde ithalatının payı yüzde 72.7 oldu. Büyüme ithalata dayalı oldu. Sanayiciler ithalatçı oldu.
5)Yabancı vergi vermiyor. Haksız rekabet oluştu.
Yerliler borsadan satın aldıkları hisse senedini bir yıl içinde satar, borsa dışından satın aldıkları hisse senetlerini de iki yıl içinde satar ve kar elde ederlerse yüzde 10 vergi ödüyorlar. Yabancılar ise bu vergiyi ödemiyorlar. Ankara Üçüncü Vergi Dairesi , ‘’ Türkler vergi verirken yabancıların aynı konuda vergi vermiyor olması, Anayasanın 73. maddesindeki vergileme ilkesine aykırıdır. ‘’ diyerek iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürdü.
6) Yüksek faiz yatırımları dışa kaydırdı.
Yüksek faiz, içeride yatırımları engelledi. Yatırımlar dışa kaydı. Türkler, Türkiye’de değil, dışarıda yatırım yapmaya başladı.
AKP hükümeti döneminde yurt dışına toplam 6.7 milyar dolarlık yatırım sermayesi gitti. Bu sermaye Türkiye ‘de yatırım yapsaydı, 60.000 kişiye iş yaratılacaktı.
Türklerin dışarıda yatırım yapmasının temel nedeni:
- İçeride yüksek reel faiz
- AKP ‘nin sanayideki teşvikleri kaldırması,
- Ekonominin aşırı kırılgan olması,
- Risklerin artması,
- Hükümete ve uygulanmakta olan politikalara güvensizliktir. Bu nedenle TÜSİAD yeni bir Ekonomik Program istedi.
7) Bankalarda yabancı payı yüzde 40 oldu.
Toplam 37 banka yabancı sermayeli oldu. Bunlardan 13 banka yüzde 100 yabancı sermayeli oldu. 5 bankanın yüzde 90’dan fazlası yabancı sermayeli oldu. 6 bankanın yüzde 50’den fazlası yabancı sermayeli oldu.13 banka da yüzde 50 ‘ye kadar çeşitli oranlarda yabancı sermayeli oldu.
Yabancı bankaların pay sahibi olduğu bankaların toplam aktifler içindeki payı yüzde 39.4 ( yüzde 40 ) oldu.
TÜRK BANKACILIK SİSTEMINDE YABANCI PAYI (%)
Y.Serm Payı Banka Adı
ABN Amro Bank 100.0
Akbank 48.9
Alternatif Bank 1.1
Arap Türk bankası 65.0
Banca di Roma 100.0
Bank Mellat 100.0
Bank Pozitif Kredi ve Kalk.Bnk. 57.6
Calyon Bank Türk AŞ. 100.0
Citibank 100.0
Denizbank 100.0
Deutsche Bank 100.0
Finans Bank 90.4
Fortis Bank 97.9
Habib Bank 100.0
HSBC bank 100.0
JP Morgan Chase Bank N.A. 100.0
Merrill Lynch Yatırım Bank 100.0
Millennium Bank 100.0
Sociele Generale 100.0
Şekerbank 47.7
Türk Ekonomi Bankası 56.6
Garanti Bankası 71.8
Halk Bank 22.6
İş Bankası 21.2
TSKB 32.6
Vakıfbank 22.8
Taib Yatırım Bank 99.0
İMKB Takas ve Saklama Bank 9.9
Tekfenbank 93.2
Tekstil Bank 10.6
Turkish Bank 5.8
Turkland Bank 91.0
West LB AG 100.0
Yapı ve Kredi Bankası 52.1
Albaraka Türk Katılım Bankası 77.6
Asya Katılım Bankası 31.8
Kuveyt Türk Katılım Bankası 80.2
Bankalar iç ve dış politikada önemli bir lobi işlevi görmektedir. Ülkenin ekonomik politikalarını yönlendirmektedir. Bu nedenle sanayileşmiş ülkelerde, İtalya’ da ve Almanya’ da, bankacılık sektöründe yabancı sermayenin payı yüzde 7 ile yüzde 10 arasında değişmektedir.
8) özelleştirmede ve kamu ihalelerinde yabancıya sus payı arttı
Kamu İhale Kurumu 2007 yılında 40.6 milyarlık kamu ihalesi yaptı. Bu ihalelerin yüzde yüzde 55’i yabancıya açıldı. 2007 yılının ilk 9 ayında yabancıların aldıkları ihale toplamı 5.5 milyar YTL oldu. Oysa ki bir önceki yıl, 2006 yılında 0.6 milyar YTL idi (Kaynak: Dünya, 6 şubat 2008)
Özelleştirmede de, Telekom gibi doğal tekeller, blok satış yöntemiyle satılan kamu kurumları, yabancılara satıldı. Bugüne kadar yapılan toplam 30 milyar dolarlık özelleştirmede, işletmelerin yüzde 27 ‘si yani 8.1 milyar dolarlık kısmı yabancılara satıldı.
Özellikle kamu altyapı yatırımlarının yabancılara satılması, ulusal politika uygulamanın önünü kapatmıştır. Devletin istikrar politikası için kamu fiyatlarını kullanmasını engellemiştir.
HALK BORÇ HARÇ İÇİNDE KALDI. REFLEKSLERİ AZALTILDI.
Halkın bankalara 94 milyon YTL borcu birikti. Özel sektörün dış borcu 150 milyar dolara çıktı.
Halk bankalara olan borcu için enflasyonun üç katı faiz ödüyor. Borç anaparası ve faizlerinden korkuyor. Bu nedenle uzun vadeli düşünme refleksi azaldı. AKP bu durumu istismar ediyor.
Öte yandan 2002 yılında 41.5 milyar YTL olan özel sektörün dış borç stoku, 2008 başında 150 milyar dolara yükseldi. Özel sektör, hükümet değişir kur artarsa iflas etmekten korktuğu için sosyal olaylar karşısında ses çıkarmıyor. Kayıtsız kalıyor.
BAŞBAKAN RÜZGAR EKTİ… FIRTINA BİÇECEK …
Milletvekilleri göreve başladıklarında, ‘’ Laik cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacaklarına ‘’yemin ettiler. Türbana oy verenler bu yemine aykırı davranmış oluyorlar… Çünkü Türban kararından önce, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, türbanın laikliğe aykırı ve siyasi hayatta bir dini sömürü aracı haline geldiği ifade edilmişti.
Türban kararından sonra da, Avrupa basını bu kararın laikliğe ve Cumhuriyete darbe olduğu yorumunu yaptı. İran Cumhurbaşkanlığından Biri ya, ‘’ Türban, İslam’ın Türkiye’de galip geldiğinin göstergesidir’’ diye beyanda bulundu.
Yine bu karardan sonra, DTP ‘den bir milletvekili, Tercüman’da yer alan beyanında ‘’ayrılmayı tartışabiliriz ‘’ diyor.
Türbanı dünya ve toplum, laikliğe ve cumhuriyete vurulan bir darbe olarak yorumlarken, AKP ve MHP’ nin “Türban laikliği zedelemez” demesinin hiçbir dayanağı kalmıyor.
Türban kararının burada da kalmayacağı ve toplumda anarşi yaratacağını herkes biliyor. Örneğin, üniversitelerde öğrenciler birleşip
‘’Bu üniversiteye türbanlı giremez ‘’ derlerse, karşılıklı çatışma çıkmaz mı?
Topluma bu kötü mirası Başbakan getirdi. Tayyip Erdoğan Başbakan olmadan yargılandığı bir şiiri nedeniyle toplum nezdinde mazlum duruma düştü. Toplumun bu iyi niyetini şiddetin mükafat görmesi olarak yorumladı. Başbakanlıkta da hep şiddet yarattı. Vatandaşa ‘’ ananı al git ‘’ dedi. Rektörleri ‘’otur oturduğun yerde ‘’ diyerek haşladı.
Şimdi Başbakan beyaz çarşaftan söz ederek, halkın duygularını sömürmek istiyor.
Türban kararı bu toplumda şok etkisi yaptı. Sosyal anarşiye dönüştü.
Ne var ki, ülkelerin sosyal yapısına bağlı olarak sosyal anarşi ters de tepebilir. Birçok ülkede sosyal anarşi yaratanlar bu anarşinin altında kaldı.
Bizim toplum bıçak kemiğe dayanınca, daima ülke geleceğini ön planda tutan çözümler üretmiştir. Halkın tepkileri her zaman Atatürk’ün ‘’Mevzuu bahis vatan olunca gerisi teferruattır ‘’ sözünde özetini bulmuştur.