Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul Tutanağı
23. Dönem 3. Yasama Yılı
21. Birleşim 25/Kasım /2008 Salı
1’inci sırada yer alan Türkiye İstatistik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
1. Türkiye İstatistik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/628) (S. Sayısı: 281)(x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu, 281 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Mehmet Günal, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Siirt Milletvekili Osman Özçelik, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali ve şahısları adına ilk iki sırada Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu ve Van Milletvekili Gülşen Orhan’ın söz talepleri vardır.
İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’a aittir.
Sayın Korkmaz, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ESFENDER KORKMAZ (İstanbul)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan yasa, 5429 sayılı Kanun’un 8, 13 ve 54’üncü maddelerini değiştirmektedir.
8’inci madde “Cevap verme yükümlülüğü” adı altında Anayasa’da “Temel Haklar ve Ödevler” çerçevesinde yeniden düzenlenmektedir.
13’üncü madde, dış ticaretle ilgili gizli verilerin kullanılması ve gizliliğin ilgili idarenin isteğine bağlanması şeklinde yeniden düzenlenmektedir. Bu arada, aynı madde çerçevesinde geçmiş verilerin de, “gizlilik” adı altında kullanılmamış olan geçmiş verilerin de aynı kapsam dâhilinde kullanılmasıdır.
54’üncü maddede değişiklik, istatistiki birimlerle ilgili, sorumluluk taşıyan birimlerle ilgili cezaları artırmaktadır. Bu cezalar bin liradan 1.500 liraya çıkarılmaktadır.
Biz grup olarak, bu yasanın 8’inci ve 13’üncü maddesini kabul ediyoruz, evet diyoruz, benimsiyoruz ama 54’üncü maddesini benimsemiyoruz. Sebebi, bu maddenin kamu hukuku çerçevesinde yeniden ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bu âdeta belirli kanunlar içerisinde, belirli kurum yasaları içerisinde olursa devlet içinde devlet gibi bir tutum neticesinde bir karmaşa yaratıyor. Dolayısıyla bunun karşısındayız, bunun yeniden düzenlenmesini istiyoruz.
Şimdi değerli arkadaşlar, bu yasanın önemi şuradan kaynaklanıyor: Bir defa TÜİK’in yaptığı hizmet, herhangi bir kamu kurumunun yaptığı hizmetten farklıdır. TÜİK’in yaptığı hizmet, bir ekonomide ekonomik politikaların önemli ölçüde altyapısını oluşturur. TÜİK’in verileri, ekonomik politikaların stratejisini belirlemede altyapı oluşturur. Onun için gerek devletin gerekse Hükûmetin plan program yapmasında, strateji belirlemesinde TÜİK’in verileri, istatistikleri çok önem arz ediyor. Özel sektörün proje geliştirmesi, özel sektörün bir yatırım, fizibilite yapması ve özel sektörün stok politikası, özel sektörün üretim politikası, bütün bunlarda kullandığı verilerin çok sağlam, güvenilir ve düzenli olması lazım.
Arkadaşlar, yalnızca devlet ve reel sektör değil, aynı zamanda tüketici açısından da istatistikler önemlidir. Bir defa, bir ekonomide toplam tüketimi ve toplam tasarrufu önemli ölçüde etkiler, onun için önemlidir. Piyasada şeffaflık açısından, piyasa ekonomisinin çalışması ve iletişim açısından TÜİK’in verileri önemlidir. Ne var ki -2004 yılından bugüne kadar- 2004 yılından sonraki TÜİK sabıkalıdır.
Değerli arkadaşlar, bu sabıkalardan birisini, geçmiş ay içerisinde ortaya çıkan bir sabıkayı şu anda size ispatlayacağım. Bakın TÜİK, sanayi üretim endeksinin ağustosta eksi 4,1 düştüğünü, eylülde sanayi üretiminin eksi 5,5 düştüğünü açıkladı. İmalat sanayisinde ağustosta eksi 5,8 ve eylül ayı itibarıyla da eksi 6,4 bir daralma yaşandığını açıkladı. Şimdi ne demektir bu arkadaşlar? Demek ki imalat sanayisi sektöründe bir daralma, bir durgunluk var. Peki, bu şartlar altında istihdama bakalım. Şimdi sektörde bir daralma var, bir durgunluk var, bu ne demektir? Fabrikalar kapanıyor, bu ne demektir? Sektör işçi çıkarıyor, bu ne demektir? Sektör yeni işçi almıyor. Ama TÜİK’in hesabına bakın: Arkadaşlar, aynı dönemde sanayi istihdamı 2007’de 4.212 -TÜİK’in rakamı-, 2008’de aynı dönemde 4.387; yani ne demektir, istihdam yüzde 4,1 -rakamlar aynı- artmıştır. Şimdi düşünebiliyor musunuz, bir sektörde daralma var, bir sektörde fabrikalar kapanıyor ama aynı sektörde işçi sayısı artıyor. Şimdi, böyle bir şey için kim “Evet” diyebilir arkadaşlar? Bunun hiçbir şekilde kabul edilebilir tarafı yoktur. Bu, TÜİK’in önemli bir yanlışıdır. Eğer yanlışsa, TÜİK iş yapmıyor demektir. Eğer bunu kasıtlı yapıyorsa, o zaman da…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Kayıt dışındakiler kayda geçince öyle oluyor.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Efendim, resmî rakamlardır, bu TÜİK’in verdiği rakamlardır. Siz TÜİK’in başında olmadığınız için bunun ne olduğunu bilemezsiniz, ben de bilemem ama TÜİK’in açıkladığı bu rakamları TÜİK’in web sayfasına bakarsanız görürsünüz.
Değerli arkadaşlar, şimdi, eğer bu yanlış bilgiyse, o zaman TÜİK yetkisini kötüye kullanıyor demektir. Demek ki piyasanın işlemesi için, devletin planlama yapması için TÜİK’in şeffaf olması gerekirken burada hata yapmıştır, toplumu ve ekonomik ajanları yanıltmıştır.
İkinci sabıkasını söyleyeyim size: Bu konuda Değerli Başbakan Yardımcısıyla hiçbir zaman anlaşamıyoruz ama bakın arkadaşlar, 2007 gayri safi yurt içi hasılasını açıklarken TÜİK, üçüncü çeyrek rakamını 10 Aralıkta yüzde 1,5 artış olarak açıkladı; sonra döndü, üçüncü çeyreği tekrar 31 Aralıkta yüzde 3,4 olarak açıkladı. Arkadaşlar, şimdi bunun Birleşmiş Milletler hesap sisteminden Avrupa Birliğine hesap sistemine geçmekle hiçbir alakası yok. Yani düşünebiliyor musunuz, iki hesap sisteminden birisi yüzde 200 farklı çıkaracak! Böyle bir şey yok dünyada. O zaman, kim yüksek çıkarıyorsa dünya o hesap sistemine geçer. Onun için, arkadaşlar, burada eğer, TÜİK yüzde 200 sapmayla bir veriyi size açıklıyorsa yanlıştır, hatalıdır ve dolayısıyla hiçbir şekilde kabul edilemez.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bugün kamuoyunda önemli bir tartışma var. Halk, toplum endişe içerisinde. Fertler, tüketiciler telaş içerisinde. Herkes bu ekonomik krizden nasıl kendisini kurtaracağı telaşına kapılmış. Ekonomik krizlerin en büyük sorunu budur. İşletmeler, iktisadi ajanlar, tüketiciler, üreticiler paniğe kapılır. Bu, krizin derinleşmesine neden olur. Şimdi, acaba, TÜİK’in bu verileri karşısında halkın inandırıcılığı olmasa ne kadar bu panikten kurtulabilir? Kurtulamaz. Aynı yolda Başbakana da yanlış bilgi verilmiş olsa gerek ki Başbakan bugüne kadar krizi hafife almıştır ve krize karşı önlem almakta geç kalmıştır. Burada insanın aklına hemen TÜİK’in Başbakana yanlış bilgi verip vermediği sorusu geliyor.
Değerli arkadaşlar, ya Başbakan göstergeleri okuyamadı veya ekonomi yönetimi Başbakana yanlış bilgi verdi. Biz aynı gemideyiz, bu kabul edilebilir olmaz. Eğer, bu krizin bir maliyeti olacaksa bunu bizlerin çekmesi kabul edilebilir değil. Zamanında krize karşı önlem almak varken eğer bugüne kadar alınmamışsa bu bizim için ilave bir maliyet unsurudur, bunu çekmek zorunda değiliz.
Arkadaşlar, şimdi, özel sektör neden tedirgin olmasın? Özel sektör, uygulanan düşük kur yüksek faiz politikası sonucunda, 200 milyar dolar dış borç sahibi oldu. Kur artınca özel sektörün riski arttı. Özel sektör, düşük kur nedeniyle içeride fabrikayı kapattı, iplik fabrikasını kapattı, iplik ithal etti, deri fabrikasını kapattı, deri ithal etti. Neden? Çünkü, kur düşük, ithal etmek daha ucuza geliyor. Şimdi, neticede kur artınca özel sektör önemli ölçüde darboğaza girdi.
Arkadaşlar, sanayici tedirgin. Neden tedirgin? Çünkü, ağustosta yüzde 4 daralma oldu, eylülde 5,5, imalat sanayi 6,4 geriledi. Şimdi, sanayici tedirgin, bankacı…
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de bu banka sorununu mutlaka çözmemiz lazım. Bakın, yatırım kredilerinin, işlek kredilerin faiz oranı yüzde 36’ya çıktı, daha bir ay, iki ay önce yüzde 25’ti. Ticari taksitli krediler yüzde 35’e çıktı, yatırım kredileri yüzde 30’u geçti.
Şimdi arkadaşlar, bankalar burada eğer faizleri krizle beraber artırdıysa, Merkez Bankasının referans faizleri düşürmesine rağmen eğer faizleri bankalar artırdıysa burada bir terslik var. Yani, demek ki Hükûmet, bankaları denetleyemiyor, bankaları bu kriz nedeniyle yönetemiyor. O zaman, bankalar -hepimiz biliyoruz- kredileri de geri çağırıyor. Şimdi, bu ne demektir? Bu “Sanayi, reel sektör, sen çöküyorsun, bir tekme de ben vurayım.” Yani, çöken bir sektöre, bir kriz döneminde, bankalar da bir tekme daha vuruyor. Ayrıca, banka batarsa zararı topluma yayılıyor, yani sosyalize ediliyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, böyle bir sistem olur mu? Yani kendini kurtarmak için reel sektörü batıran bir bankacılık sektörü. Tüketiciden alınan banka ve kredi kartları faizi yüzde 70. Arkadaşlar, mevduata ne veriyor? Yüzde 20. Ve bunu Merkez Bankası belirliyor. Bir Merkez Bankası bankalara “Sen mevduata yüzde 20 ver ama vatandaştan, tüketiciden tüketici kredi kartları için yüzde 70 faiz al…” Böyle bir Merkez Bankası olur mu arkadaşlar? Bu Merkez Bankası para istikrarını sağlayabilir mi? Bu Merkez Bankası bu bankalara hâkim olabilir mi? Olamaz. O zaman demek ki Türkiye’de bankacılık sistemini yeni baştan organize etmek lazım. Dünyada bunun örneği var. Dünyada yasama yetkisine… Bu kriz döneminde bankaların denetimi ve yetkisi, kontrolü yasama organına verilmelidir, Sayıştaya bu yetki yasama organı adına devredilmelidir. Aksi takdirde bu bankalar Merkez Bankası ve Hükûmetle iş birliği yaparak hem reel sektörü batıracak hem de tüketiciyi, vatandaşı sıkıntıya sokacak. Bütün insanlar tedirginlik içerisindedir. Onun için bankacılık sistemini mutlaka yeni baştan düzenlememiz gerekiyor, özellikle bu krizde bankacılık sisteminin bu krizi derinleştirmesine engel olmamız gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, AKP İktidarı 2002’den beri Türkiye’nin gelecek imkânlarını, potansiyel imkânlarını bugünden kullandı. Nasıl kullandı? Bakın, 2002’de 1,5 milyar dolardı cari açık, bugün 50 milyar dolara çıktı ve bu altı buçuk sene içerisinde Türkiye 160 milyar dolar cari açık verdi. Bu cari açık eğer yatırım için verilseydi ben itiraz etmezdim, kimse de edemezdi. Yatırım için verilmedi. Ne için verildi? Ara malı ithali için verildi. Yani içeride fabrika kapatıldı, yerine ara malı ithal edildi, Türkiye cari açık verdi. Tüketim malı ithal edildi, Türkiye cari açık verdi. Bunu nasıl görüyoruz? Bakın, ithalat içinde yatırım malının payı yüzde 13,3, eğer sanayide kullanılan araç gereci de düşersek yüzde 10.
Şimdi arkadaşlar biz cari açığı yatırım yapmak için vermemişiz demektir bu. Ara malı ithal etmek için vermişiz biz. İthalatın yüzde 10,7’si tüketim malı, yüzde 76’sı da ara malı. Şimdi ara malı ithal edince içeride KOBİ’ler ne yapsın arkadaşlar? Yani siz ara malı ithal ederseniz yüzde 76 oranında, sanayi yüzde 70 oranında ithal ara malı kullanırsa KOBİ’lere ne var o zaman? Neden Türkiye’de bir ekonomi olsun, neden KOBİ olsun?
Yani dolayısıyla her şey ithalata, dışa bağımlı olursa sizin ulusal ekonominiz olmaz. Onun için Türkiye, cari açığı maalesef dışa bağımlı AKP döneminde yaşamıştır ve Türkiye’nin potansiyel gelirini bugünden kullanmışızdır.
Cari açığı neyle finanse ediyoruz? Dış borçla. Demek ki bugünkü cari açığı bizim çocuklarımız, torunlarımız ödeyecek yahut da elli sene sonra biz ödeyeceğiz tabii. Yahut da yirmi sene sonra ödeyeceğiz.
Şimdi, demek ki arkadaşlar burada Türkiye borca harca girmiştir. Cari açık nedeniyle Türkiye kaynak kaybetmiştir. Bunu kapatmak için varlıklarımızı sattık. E peki, ne olacak şimdi bu? Yabancılar hem daha az vergi verecek çünkü önemli ölçüde üretim maliyetleri dışarıda oluşuyor hem de bunlar kâr transfer edecekler.
Şimdi kâr transfer etmek ne demektir? İçerideki gayrisafi millî hasılanın, yaratılan katma değerin dışarıya transfer edilmesi demektir. Eğer bir ülkede, bir ekonomide net kaynak çıkışı gayrisafi yurt içi hasılanın büyümesinden daha fazla olursa o ülke fakirleşir. Demek ki bugünkü siyasi iktidar, gelecekte halkın fakirleşmesi için, gelecekte siyasi iktidarların kullanabileceği kaynakları bugün kullanmıştır; gelecekteki insanın fakirleşmesine yol açacaktır böylece. Böyle ekonomi yönetimi olmaz arkadaşlar. Türkiye’nin geleceğini hiçbir hükûmetin, hiçbir siyasi iktidarın bugünden yeme, tüketme hakkı yoktur. Onun için, yanlış politikalar uygulanmıştır, günübirlik politikalarla, günü kurtarma politikalarıyla Türkiye’nin geleceği ipotek altına alınmıştır.
Değerli arkadaşlar, bunların çözülmesi zor değil. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Bir defa devletin ekonomi içindeki yerini yeniden belirlememiz lazım. Piyasa-devlet düzeni bozulmuştur. Her şeyi piyasaya bırakırsan, piyasa kendi kendini düzenleyemez. Devlet, piyasaya hem yol gösterir hem düzenler. Siz devleti zayıflatırsanız, devleti güçsüz yaparsanız, piyasa ekonomisi de çöker. Dünyada olan budur. Türkiye’de olan budur. Devletin ekonomi içindeki yeri düşürülmüştür, küçülmüştür, devlet güçsüzleşmiştir; devleti yeniden güçlendirmek zorundayız, başta en temel tedbirimiz bu olmalıdır. IMF’yle ilişkileri kesip atmamız gerekiyor. Zamanım yok, bir başka zaman anlatırım. Bu tedbirleri alırsak, bugünkü ekonomik krizden de çıkmamız daha kolay olur.
Saygılar sunuyorum. Teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.