1930 Dünya krizi yıllarında, Türkiye’de sermaye birikimi olmadığı için, devlet cebri tasarruf yaratarak, birinci ve ikinci sanayi planları çerçevesinde sanayi yatırımları yaptı.
Planlı dönemde, yatırım teşvikleri devreye girdi. 1980 sonrası, Turizm gibi bazı sektörlere arsa ve kaynak tahsisi, sermaye birikim sürecini artırdı.
Türkiye küresel sürece bu sermaye ile girdi. TÜSİAD bu sermayenin temsilcisidir.
MÜSİAD’ gibi kuruluşlar, bu sermayeye alternatif sermaye temsilcisi olarak çıktı.
Bu gün uluslar arası fonların kime ait olduğu belli değil… Ancak, Türkiye de iki sermaye gurubu olduğunu herkes biliyor. Bunlardan birisi, TÜSİAD’ ın temsil ettiği sermaye gurubu, diğeri ise İslami sermaye, kısmen Arap sermayesi ve MÜSİAD’ ın temsil ettiği sermayedir.
AKP iktidarından önce, devletin imkanlarını birinci gurup sermaye kullanıyordu. AKP’den sonra ikinci gurup sermaye kullanıyor.
Türkiye de yatırım yapan birisi ile bu hususu tartışırken, AKP iktidarının taraf tutmasını eleştirmiştim. Bana cevabı şu olmuştu : ‘’AKP iktidarına kadar, onlar kullandı… Bunlar bekledi… Şimdi de bunlar kullanıyor.‘’
AKP iktidarı ikinci gurup sermayeyi tutmakta, dengeyi bozdu. Sermayenin gizli savaşına yol açtı. Bu savaş, siyasete de yansıyor. Siyasete hakim olmak için her sermaye grubu siyaseti kendine göre dizayn etmeye çalışıyor.
Siyasi partilerde, bu gurupların kimleri, hangi siyasileri kullandığı aşağı yukarı bellidir. Bu gibiler, çeşitli bahanelerle parti içi demokrasiye de engel olmaktadır.
Bu gizli mücadele ekonomide haksız rekabete yol açıyor. Piyasa dengesi bozuluyor. Ancak aynı zamanda da siyasette demokrasiyi engelliyor. Zira Demokratik bir ortamda, sermayenin siyaseti dizayn etme imkanı daralır. Çok açıktır ki, bir kişiyi veya bir gurubu yönlendirmek, tüm toplumu yönlendirmekten kolaydır.
Yine siyasette demokrasi olmayınca, şeffaflık ta olmaz. Şeffaf olmayan bir siyasette ayak oyunları ön plana geçer. Halkın tercihleri siyasete yansımaz.
Öte yandan Demokrasi ile ekonomi ve piyasada rekabet arasında da doğrudan bir ilişki var. Bir toplumda veya siyasi platformda rekabetin olması için, demokratik bir altyapının olması gerekir.
Yapılması gereken önce seçim kanununu, siyasi partiler kanununu ve partilerin tüzüklerini değiştirip, demokrasiye geçmektir. Demokrasi içinde Sermayenin müdahalesi en aza iner. Bu çerçevede;
1. Milletvekillerini, Belediye Başkanlarını, İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisi Üyelerini doğrudan doğruya partiye kayıtlı üyeler seçmelidir. Kayıtlı üyeler, savcılıktan veya seçim kurullarından yetki belgesi alarak bu seçime katılabilirler.
2. Patiye kayıtlı üyeler aynı şekilde İlçe yöneticilerini ve İl delegelerini de seçmelidir.
3. Siyasi partilerin genel kurullarında ve kurultaylarında, blok liste uygulaması kalkmalıdır. Yerine isteyenin parti yönetimine aday olması sağlanmalıdır.
4. Milletvekili dokunulmazlığı, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlı kalacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Elbette ki demokrasi zor bir yönetim tarzıdır. Yanlışları da olacaktır. Ancak bu yanlışları zaman içinde yine demokrasi onaracaktır.