Bu sene Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da (Yİ-GSYH ) yüzde 5 büyüme bekleniyor. Yüzde 5 büyümenin önümüzdeki dönemlerde devam etmesi ise olası görünmüyor. Çünkü bu büyüme, referandum nedeniyle tüketime verilen destekler, tüketimin artması ve KGF fonundan verilen destekle kredilerin artması ile oldu.
Tasarruf ve yatırımlarda artış var mı? Güncel veri verilmiyor… Yatırımlarla ilgili yalnızca bu senenin ilk çeyrek verileri var… Ancak el yordamı ile tasarrufların ve yatırımların artmadığı belli oluyor. Ayrıca yatırımların artmadığı, doğrudan yabancı yatırım sermaye girişinin azalmasından da anlaşılıyor.
Kaldı ki, OHAL içinde, hukukun üstünlüğünde geri düştüğümüz için yatırım ortamının olduğunu da söylemek mümkün değildir.
Bu şartlarda, iç ve dış kredilerde risk artmıştır.
İç kredilerde, referandum nedeniyle popülizm amaçlı olarak verilen kredilerin zaten altyapısı ve rasyonel bir gerekçesi yoktur. Ekonomiyi geçici olarak canlandırdı ve fakat getirdiği kırılganlık ve ekonomik riskleri daha büyük oldu.
Kredi Garanti Fonu (KGF) kredileri Mayıs sonunda 180 milyar lirayı aşmıştı. Bu kredilerin yüzde 75.4’ü özel bankalar tarafından verildi. KGF açıklamasına göre kullandırılan kredilerin yüzde 64’ü yeni kredi, yüzde 31’i ilave kredi ve yüzde 5’i ise yenileme/refinansman kredileri oldu.
Yani KGF, KOBİ’ler krediyi krediyle kapatmadı diyor. Ancak bunun inandırıcılığı konusu tartışmalıdır. Bu kredilerin yatırımlara gitmediği açıktır. Çünkü yatırım eğiliminde bir artış yoktur. Kredi kullanan, krediyi başka banka veya borçları için kullanmış olabilir. Lüks araba veya konut almış olabilir.
Eğer KOBİ’ler aldıkları bu kredilerle yeni yatırım yapmış olsalardı veya mevcut yatırımlarının yenileme ve modernizasyonu için kullanmış olsalardı, borç kendini öderdi.
Bu kredilerin, tüketimi artırarak, ciroları artırarak, kapasite kullanım oranını artırarak geçici büyüme sağlaması doğaldır. Ancak büyümenin devamlı olması için kapasite kullanım oranının sürekli yüksek kalmasını sağlayacak talebin devam etmesi ve daha da önemlisi toplam yatırımların artması gerekir.
Kredilerin verildiği dönemde ilgili Başbakan Yardımcısı, “Bütün krediler batsa devlete olan yükü 17.5 milyar lira olacaktır” diye açıklama yapmıştı.
Temel sorun kredilerin devlete olan yükü değil, KOBİ’ler bu kredileri rahat ödeyebilecek mi? Zira devlet batmaz ama krediler ödenmezse bankalarda panik olur ve finansal kriz yaşanır.
Öte yandan bankalar dağıttıkları kredilerin bir kısmını dış kredi alarak TL’ye çevirip kredi verdiler. Bankaların 132 milyar dolar, özel sektörün ise 138 milyar dolar dış borçları var.
Burada da üç risk var… Birisi yaşanıyor… Bankalar dış kredileri çevirmekte zorlanıyor. Bunun temel nedeni iç ve dış siyasi istikrarsızlık ve belirsizliktir.
İkincisi, bugün itibariyle döviz kurları değerlidir. Ancak ABD’de faizler artarsa, Türkiye’den hızlı bir sıcak para çıkışı olur ve döviz talebi artar. Kur yüksek olmasına rağmen, risk yüksekse yine de artar. Bu da bankaların ve özel sektörün dış borç maliyetini yeniden artırır.
Üçüncüsü ise, dış borçları ödemek için önce gelir yaratmak, sonra da bu geliri dövize çevirmek gerekir. Fert başına düşük büyüme nedeni ile gelir yaratamıyoruz… Başta turizm gelirimiz ve ayrıca yabancı sermaye girişi azaldığı için de döviz gelirimiz yetersiz kalıyor.
Döviz gelirimiz düştüğü için dış borç ödemek için gerekli olan döviz ihtiyacını sıcak para ile veya hazırdan karşılıyoruz. Merkez Bankası döviz rezervleri de düşüyor.
Kriz olur mu? Aslında kriz bir ekonominin sigortasıdır. Zayıf ve verimsiz şirketler kapanır. Kaynaklar kaybolmayacağına göre yeni ve daha verimli firmalar ortaya çıkar. Ayrıca ekonominin iç dinamikleri de krizden çıkışı hızlandırır.
Ne var ki, çıkış için söz konusu iç dinamikleri harekete geçirecek bir yatırım ve güven ortamının olması gerekir.