ÖĞRETİM ÜYELİĞİ CAZİP MESLEK OLMALI

Her ay bir veya birkaç üniversite kuruluyor. Yüzlerce devlet ve vakıf üniversitesi için temel altyapı öğretim üyeliğidir. Kasabada görev yapan kamu görevlilerine, öğretim üyeliği yaptırmak, sorunu çözmez.

Kurulan bütün üniversiteler, öğretim üyesi ihtiyacını mevcut havuzdan karşılamak istiyor. Kısa sürede yapacak başka bir şey yoktur. Çünkü bir öğretim üyesi en kısa on yılda yetişiyor.

Bu şartlarda, yüksek öğrenimde kalite ve kantite(nicelik) sürekli düşecektir.

Temel hedef, öğretim üyesini artırmak olmalıdır. Son 8 yılda, öğretim üyeliğinin hiç bir cazibesi kalmamıştır.

1) Öğretim üyelerinin maaşları, nisbi anlamda geri kalmıştır.

Yeni mezun olup Sayıştay’da denetçi yardımcılığına yeni başlayanların maaşı 2.800 liradır.

Araştırma görevlisinin maaşı, 1.739 liradır.

Yeni bir profesörün maaşı, 3.000 liradır.

Sayıştay’da, uzman denetçinin maaşı, 6.000 liradır.

30 yıl çalışmış bir profesörün maaşı, 3.660 liradır.

Sayıştay’daki maaşlar normaldir. Yanlış olan öğretim üyelerinin ve profesörün maaşıdır.

2) Birçok devlet kuruluşunda, uzman veya teftiş kurulunda çalışanlar, muhakkak yurt dışına gidiyor. Araştırma görevlisi ve öğretim üyelerinin yurt dışında araştırma yapmaları imkanı yok denecek kadar azdır. Gerçekte tersi olmalıdır.

3) Vakıf üniversiteleri, devlet üniversitelerine karşı hükümet tarafından kayırılmaktadır.

Vakıf üniversiteleri, öğretim üyesini hazır ve kadrosuz, ders başına ücret sistemi ile almayı tercih ediyor. Devlet üniversitesinin yetiştirdiği öğretim üyelerini alarak, hazıra konuyor.

Full-time Yasası de devlet üniversitelerine karşı yeni bir haksız rekabet yaratmıştır. Full-time Yasası yürürlüğe girmeden öğretim üyeleri vakıf üniversitelerine gitmek isteyecektir. Arz-talep gereği maaşları daha düşecektir.

AKP iktidarının sürekli kayırdığı vakıf üniversiteleri, toplam öğrencinin yüzde 9.66’sına eğitim vermektedir.

4) Türkiye’de araştırma-geliştime harcamaları diğer ülkelere göre düşüktür. Bunun içindir ki üniversitelerdeki araştırmalar da yetersiz kalıyor.

Türkiye’de AR-GE harcamalarının, milli gelire oranı, TÜİK’in son açıklamasına göre binde 7.3’tür. Buna karşılık, OECD ortalaması binde 22.6’dır. Yani bizim üç katımızdır.

5) Türkiye’de, üniversite-sanayi işbirliği fiilen yapılmıyor. Ya da yeterli değil.

İki nedeni var:

I) Özel sektör, AR-GE için yeterli kaynak ayırmıyor. Daha çok devletten hazır imkan bekliyor.

Örneğin, 2008 yılında AR-GE harcamalarının:

Yüzde 43.8’i yüksek öğrenim,

Yüzde 12.0’si kamu kesimi,

Yüzde 44.2’si özel sektör tarafından yapıldı.

II) Üniversite-sanayi işbirliği çerçevesinde proje yapan öğretim üyelerine tatminkar gelir verilmiyor. Toplam proje gelirinin ancak üçte biri veriliyor.

Üniversite-sanayi işbirliğinde öğretim üyelerine verilen imkanların artırılması gerekir. Yaptığı proje bedelinin yüzde 60’ını almalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir