Türk Ocağı – Nereden Geldik ? Nereye Gitmeliyiz ?

PROF.DR. ESFENDER KORKMAZ
KONFERANS – AYDINLAR OCAĞI – ÇAĞALAOĞLU
HALK EVİ- 25 0CAK 2014: SAAT 14.00

NEREDEN GELDİK? NEREYE GİTMELİYİZ?

I)EKONOMİK TABLO

Doların 2.30 a yükselmesi ile Merkez bankası piyasaya satım yönünde doğrudan müdahale etti. Ancak etkili olamadı.

Aslında, Mayıstan beri dolar tüm dünyada artıyor. Gelişmekte olan ülkeler için doların en fazla arttığı ülke Arjantin oldu. Dalgalı kur sistemi uygulanmadığı için Arjantin peso ‘da devalüasyon yaptı. Dolar kuru yüzde 32 artırıldı.

Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi gelişmekte olan ülkelerde, FED kararından bu güne kadar dolar kurundaki yüksek oranlarda artış oldu, Güney Kore ve Bulgaristan’da ise tersine dolar değer kazandı.

TABLO: I

MAYIS 2013’TEN BUGÜNE DOLARA KARŞI

DEĞER KAYBEDEN PARALAR

ÜLKE PARA DEĞER KAYBI (YÜZDE)
ARJANTİN PEZO

32,0

ENDENOZYA RUPİ

26,0

TÜRKİYE TL

29,0

BREZİLYA REAL

17,0

HİNDİSTAN RUPİ

13,0

ŞİLİ PESO

9,6

RUSYA RUBLE

7,2

DEĞER KAZANANLAR

GÜNEY KORE WON 0,8
BULGARİSTAN LEVİ 4,1

Kur artışına karşı ilk önlem olarak, Brezilya, Endonezya ve Hindistan faiz oranlarını artırdı.  Merkez bankası ise fonlama maliyetlerinde istediğinde kullanmak üzere ikili faiz ilan etti. Piyasaya doğrudan müdahale etti. Ancak yeterli bir sonuç çıkmadı.

Türkiye iktisat tarihinde en zor günlerini yaşıyor. İç ve dış politikada çıkmazlar, bu günleri daha da zora sokuyor.

Türkiye de bu gün ortada olan kur – faiz açmazı, yıllarca biriken sorunların bir patlamasıdır.

Türkiye’de 2001 krizinden sonra, IMF şart koştuğu için İktisat Politikalarında köklü değişiklikler yapıldı.

  • Dalgalı kur sistemine geçildi.
  • Sermaye hareketleri kontrol dışında tutuldu.
  • Kamu altyapı yatırımları özelleştirildi.
  • Finansal hegemonya kuruldu.
  • Dolaylı vergilerin payı artırıldı.
  • İç borç yerine dış finansman ağırlık kazandı.

Bir toplumun refah düzeyinin istikrar içinde artması, ancak ve ancak ekonominin üçayağı 1. İstikrarlı ve hızlı büyüme ( Mal ve hizmet üretiminde reel artış ) , 2. İstihdam artışı (işsizliğin azalması ) ve 3.Gelir dağılımında iyileşme ile sağlanır. Aksi halde sağlanan refah kalıcı olmaz.

Türkiye’de uzun dönemli bir istikrar olacak mı? Refah düzeyi arttı mı? Bunları görebilmek için ekonominin bu üçayağının ne durumda olduğunu analiz etmek gerekir.

II)BÜYÜME

Büyüme gelişmekte olan bir ülkenin kalkınmasında tek şart değil, ancak önemli bir şarttır. Büyüme iç tasarruflara dayanıyorsa, istihdam ve refaha yansıyorsa, gelişmekte olan bir ülkede iktisadi kalkınma sağlanır.

Türkiye yeni politikaların geldiği belik bir anlamda iktisat politikalarının rafa kalktığı 2002 yılı ile 2012 yılı arasında geçen on yılda, yılda ortalama yüzde 5.6 oranında büyüdü. Fert başına ortalama büyüme ise 3.9 oldu. (Tablo: I)

TABLO :II

ORTALAMA BÜYÜME ORANLARI (1998 SABİT FİYATLARI )

YILLAR GSYH FERT BAŞINA GELİR
2002

75.5 MİLYAR TL

1099 TL

2012

117.7 MİLYAR TL

1572 TL

ORT.BÜYÜME (YÜZDE)

5,70

3,90

Kaynak : TÜİK ‘ verilerinden hesaplanmıştır.

2.1.İstikrarlı ve Kalıcı Bir Büyüme Sağlanamadı…

Türkiye de geçmişte ve bu gün ülke riski yüksek olmuştur. Bu duruma ekonomik sorunlar kadar siyasi sorunlar da neden olmuştur.

2002 yılından bu güne kadar da aynı sorunları yaşıyoruz.  Demokratik bir altyapıya dayanmayan ve bazen din istismarını ön plana çıkaran siyasi konjonktür ve vesayetçi dış reçetelere dayanan iktisat politikaları, Planlamanın rafa kaldırılmış olması, günübirlik politikalar, uzun dönemli istikrarlı ve kalıcı bir büyümeyi engellemiştir. Son on yılda, bazı yıllar yüksek büyüme yanında, bazı yıllarda eksi büyüme ve sıfıra yakın büyüme yaşanmıştır. ( Grafik: I)

2012 yılından itibaren büyüme oranları daha da düşmüştür. Türkiye’nin yüzde 5 altındaki büyüme oranları ile dış borç ödeme kapasitesi yaratması mümkün değildir. Büyüme oranlarının düşmesi, refah göstergesi olan fert başına büyümeyi daha da düşürecektir.

GRAFİK: I

Çok sık kullanılan ve 3 kat gelir artışı olarak lanse edilen Dolar cinsinden büyümenin, dolar değerindeki değişmelere bağlı olacağı açıktır. Söz gelimi 2013 yılında TL cinsinden GSYH yüzde 4 büyüme olacak ve fakat kur artışı nedeniyle Dolar cinsinden GSYH, önceki yıla göre daha düşük çıkacaktır.

2.2. Dış Kaynağa ve ithal girdiye bağımlı büyüme

Ortalama olarak toplam özel tasarrufların GSYH’ ya oranı 2002 yılında yüzde 20’nin üstünde iken şimdi yüzde 13’e gerilemiştir. Bu şartlarda yatırım yapmak dış kaynağa ihtiyaç vardır. Yani büyüme de dış kaynak girişine bağlıdır.  Dünyada ve bizde sermaye hareketlerinde yaşanan bu günkü sorunlar, Türkiye ye giren Dış kaynakların azaldığını göstermektedir. Dış borçlanmada da Türkiye sınıra gelmiştir. Bundan sonra  iç tüketim daralsa ve  iç tasarruf artsa da bir geçiş dönemi yaşanacak ve yatırımlarda ve ekonomide daralma olacaktır.

Merkez Bankası 2013 yılına kadar, sıcak paradan da güç alarak enflasyonu düşürmek için düşük kur politikasını kullandı. Bu gün sıcak paranın desteği azalınca, MB zor durumda kaldı. Kur üzerindeki 10 yıllık baskı, şimdi yeni bir düzeltme şeklinde ortaya çıktı.

Aslında Merkez Bankası reel kur endeksini hesap ediyor. 2003 yılında kurun dengede olduğu kabul edilerek ve TÜFE enflasyonu esas alınarak her ay bu endeks yayınlanıyor.  Bu endekste 100 üstü TL’nin daha değerli olduğunu gösteriyor.( Kurun düşük kaldığını gösteriyor.)

Aşağıdaki grafiğe bakarsak, 2003 sonundan başlayarak 2013 sonuna kadar TL aşırı değerli olmuştur. O kadar ki 2007 yılında reel kur endeksi yüzde 131.65 olmuş, yani TL yüzde 31.65 oranında aşırı değer kazanmıştır. O yıllar ‘’bir dolar bir lira olur mu? ‘’  diye ipe sapa gelmez sorular bile gündeme gelmekte ve sıcak para lobisi, spekülatif sermaye bu sloganı kullandırıyordu.

Ben 2005 yılında kur riski ve cari açık sorunun vurgulamak için ,’’Ekonomide Riskler… Kur riski ‘’ diye bir kitap yazdım. Bu kitapta çözümler de yer aldı. Ne var ki, sıcak paranın ve değerli TL’ nin uyuşturucu etkisi altında olan bir Türkiye ‘de fazla dikkat çekmedi.

Ortalama reel kur endeksine göre, 2013 yılı sonunda, yani Aralık ayında dolar kurunun 2.21 olması gerekirdi. Ocak enflasyonunu ihmal edersek Ocak ayında dolar kurunun 2. 30 kadar çıkması, bu defa Kurun aşırı değer kazanmaya başlaması demektir.

GRAFİK: II

Kurların düşük tutulması, rekabet gücümüzü düşürmüş, ithalat artmış, üretim yüzde 70 oranında oranın da girdi olarak ithal aramalı ve hammadde kullanmıştır.

Bu gün kur artışı, ithal girdiye bağlı iç üretimin zaman içinde yerli girdi ile karşılanmasını zorunlu kılacaktır. Ancak bir geçiş dönemi içinde bu sürecin ekonomiye enflasyon, kısa vadeli dış borç sorunu gibi maliyetleri olacaktır.

2.2.1 Cari açık sürdürülemez oldu

Tasarruf- yatırım açığı cari açık olarak yansımaktadır. Cari açık nihai olarak dış borçla finanse edilmiştir. Her ikisi bu gün ekonomide en önemli iki risk faktörünü oluşturmaktadır.

Küreselleşmenin hızlandığı yıllarda, spekülatif sermaye Türkiye gibi ülkeleri yükselen ülkeler olarak ilan etti.  Aslında sermaye kendi kazancının yükselmesini kriter olarak alıyordu. Başka bir ifade ile en çok sömürdükleri ülkeleri kastediyordu.

Bu noktada parantez içinde söylemek gerekiyor ki, sıfırdan yatırım yapan, üretime ve istihdama katkı yapan sermaye kutsaldı. Spekülatif sermaye ise dünyada ve önlem almayan ülkelerde kırılganlık yaratır. Siyasi düzenin ve hatta ahlaki düzenin bozulmasına yol açar.

Türkiye de başta Hükümet üyeleri, liberal düşünenler, ulusal ekonomik anlayışın karşısında olanlar, bu ‘’yükselen ekonomiler ‘’unvanı ile övünüyorlardı.  Aynı sermaye temsilcileri (Morgan Stanley analisti James Lord ) FED’in sermaye hareketlerine sınır getirecek kararından sonra, bu karardan en fazla etkilenecek beş ülkeyi  (Brezilya, Endonezya, Hindistan, Türkiye ve Güney Afrika ) yı “Kırılgan Beşli” olarak ilan etti.Kırılganlık kriteri olarak cari açık ve enflasyon gösterildi. Cari açığın da en yüksek olduğu ülke, Türkiye olarak ilan edildi.

Dahası da var… JP Morgan Asset Management, gelişmekte olan piyasalarda savunma moduna geçtiklerini, uzun vadeli tahvil pozisyonlarını azaltmakta olduklarını ve aralarında Güney Afrika, Brezilya, Türkiye’nin olduğu yüksek riskli ülkelerden uzak durduklarını bildirdi.

Financial Times (FT) gazetesinin, finans uzmanlarına ve raporlara dayanarak verdiği analizde, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika’dan oluşan “kırılgan beşli”ye Şili, Macaristan ve Polonya’nın da eklendiğini, böylelikle “Kırılgan Sekizli”yi oluşturdukları kaydedildi.

Merkez Bankası  enflasyon hedefini  tutturamadığı için, yasa gereği  Hükümete mektup  yazdı ve kamu oyuna  rapor yayınladı. Bir bakıma MB başarısızlığını tescil etti.

TABLO :III -CARİ İŞLEMLER DENGESİ VE DIŞ TİCARET    DENGESİ (Milyon Dolar)
Yıllar Cari İşlemler dengesi Dış ticaret dengesi
2002

-626

-6.390

2003

-7.515

-13.489

2004

-14.431

-22.736

2005

-22.198

-33.080

2006

-32.193

-41.057

2007

-38.311

-46.795

2008

-41.946

-53.021

2009

-14.297

-24.894

2010

-46.643

-56.445

2011

-77.089

-89.418

2012

-48.867

-65.602

2013

-60.000

-77.000

2003 – 2013 Toplam

-403490

-523537

Kaynak: MB

Türkiye’ye yeni yabancı yatırım yapmak için gelen yabancı sermaye çok sınırlıdır. Bu anlamda cari açığın sürdürülmesi, potansiyel maliyetlerin ve risklerin artması pahasına yapılmaktadır. Uzun süre sürdürülemez. Sürekli cari açıkla yaşamak, Kriz enerjisinin artmasına neden oluyor. Cari açığın ekonomik ve sosyal maliyetlerinin ne kadar ağır olduğu, Ülkeye göre, ülkenin döviz kazanma imkânlarına göre ve bu cari açığın finansman şekline göre değişir. Söz gelimi ABD cari açığı yönetebilir. Çünkü finansmanını da kendi parası ile yapıyor. Diğer ülkeler ve Türkiye ise dövizle yapıyor. Bununla birlikte genel bir yaklaşım olarak, cari açığın GSYH’ ya oranının yüzde 5’i geçmesi riskli kabul edilmektedir. Cari açığın GSYH içindeki payı 2011 yılında yüzde 10’a kadar çıktı, 2012 yılında yüzde 6,2 oldu.

2.2.2.Dış borç ödeme kapasite üstünde arttı

Dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 45 dolayındadır. Bu oran yüksek bir oran değildir. Ancak dış borçlarda yalnızca bu gibi oranlara bakarak , borç yükü hakkında bir sonuç çıkaramayız. Söz gelimi ABD’ nin dış borç oranı daha yüksektir. Ancak ABD kendi doları ile ödediği için bir dış borç ödeme sorunu yoktur. Japonya’nın dış borcu da önemli değildir, çünkü sürekli cari işlemler fazlası vermektedir.

Biz ise bir yandan cari açık vermekteyiz… Bir yandan sıcak para işgali altındayız. Bir yandan rezervlerimiz yetersidir. Bu şartlarda dış borç sorunu, cari açık sorunu kadar önemlidir. Türkiye’nin ikinci bir yumuşak karnıdır.

TABLO: IV – DIŞ BORÇ STOKU

2002 2013
TOPLAM DIŞ BORÇ STOKU

129,6

372.6

Kısa Vadeli Dış Borçlar

16,4

125.1

Uzun Vadeli Dış Borçlar

113,2

247.5

KAMU KESİMİ DIŞ BORÇ STOKU

56,8

117.7

Kısa Vadeli Dış Borçlar

6,3

16,6

Uzun Vadeli Dış Borçlar

50,5

95.1

TCMB DIŞ BORÇ STOKU

24,4

5,6

Kısa Vadeli Dış Borçlar

0,8

1.0

Uzun Vadeli Dış Borçlar

23,6

4,6

ÖZEL SEKTÖR DIŞ BORÇ STOKU

43,0

255.3

Kısa Vadeli Dış Borçlar

13,8

147.6

Uzun Vadeli Dış Borçlar

29,1

107.7

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

Öte yandan, kur artışı nedeni ile bir yıl içinde ödenecek kısa ve uzun vadeli borçlar özel sektör için tehdit oluşturdu.  Dış borçları yeni dış borç alarak ödüyoruz. Üstelik cari açığı kapatmak için her sene daha fazla dış borç alıyoruz. Borcu borla ödemenin de bir sonu olacaktır. Kur artışı yanında, Türkiye’nin kırılgan ülke olarak ilan edilmiş olması, Dünya ekonomik ve siyasi konjonktürü, Dünyada likidite sıkılaştırma gibi sorunlar, borçların döndürülmesini sınırlayabilir.

Gelişmiş ülkelerde uzun vadeli borçların vadeleri 20-30 yıl iken, Türkiye de 10 yıldır. Kaldı ki özel sektörün dış borçları içinde kısa vadeli dış borçların payı da yüksektir. 255.3milyar dolar tutan özel sektör dış borç stokunun, 147.6  milyar doları bir yıl ve daha kısa vadelidir.

Merkez Bankasına göre özel sektör olarak Dış borçlar içinde en fazla pay,  bankalar ve diğer finansal kuruluşlara aittir. İkinci sırada hizmetler sektörü geliyor. İmalat sanayi üçüncü sırada geliyor.

Ekonomik anlamda daha önemli bir sorun da,  bu dış borçları Türkiye yatırım yapmak ve ülkenin üretim potansiyelini artırmak için değil, iç tasarruf açığını açıkları kapamak için almış olmasıdır.

III ) İSTİHDAM

İşsizlik oranı ve istihdam artışı, toplumda refah ve huzurun temel belirleyicisidir. Büyümenin istihdama yansıması, iç tasarrufların ve yatırımların artmasına, üretim kapasitesinin büyümesine bağlıdır. Türkiye de sistem tam tersine çalışmış ve bir yandan büyürken, diğer yandan işsizlik oranı artmıştır.

3.1.  İthalata bağlı Büyüme işsizliği artırdı.

Çok açıktır ki, üretimde kullandığınız aramalı ve hammaddeyi içerde üretmek yerine ithal ederseniz, ithal ettiğiniz ülkenin istihdamını artırmış olursunuz.

Uygulanmakta olan düşük kur nedeniyle, iplik fabrikaları kapandı… İpliği ithal ettik. Deri fabrikaları kapandı deriyi ithal ettik. Pamuk üretimi geriledi, pamuğu ithal ettik. Halen Sanayi de kullanılan ithal aramalı ve hammadde oranı yüzde 72’dir. İhracat malları üretiminde kullanılan ithal aramalı girdi oranı da yüzde 80’dir. Bu şartlarda elbette ki işsiz sayısı ve işsizlik oranı artacaktır.

1987 ile 1997 yılları arasındaki on yılda Türkiye yüzde 5.07 oranında büyüdü. Bu ortalama oran 2002 – 2012 yılları arasında yaşanan büyüme oranı olan yüzde 5.6 oranının altındadır. Ne var ki, o yıllar üretimde kullanılan ithal ara malı ve hammadde oranı düşük olduğundan, büyüme istihdam yaratmıştı. 2000 yılında işsizlik oranı yüzde 6.5 idi. 2013 yılı sonunda bu oran yüzde 9.9 ‘a yükseldi.

Kaldı ki, TÜİK’ in’’iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar ‘ dediği ve işsiz saydıklarını da aslında işgücü içinde gösterip, işsiz saymak gerekir. Zira bunlar fiilen işsizdir.  Eğer işsizliği çözmek istiyorsak işsiz sayısını iyi hesap etmek zorundayız.

Bu açıdan bakıldığında 2000 yılında yüzde 10.9 olan fiili işsizlik oranı 2013 te 15.3 ‘ e yükselmiştir. ( Tablo : V )

TABLO : V BÜYÜME VE İŞSİZLİK ORANLARI (YÜZDE)
YILLAR BÜYÜME

ORANI

TÜİK İŞSİZLİK

ORANI

FİİLİ

İŞSİZLİK

ORANI

2000 6,8 6,5 10,9
2001 -5,7 8,4 12,3
2002 6,2 10,3 14,0
2003 5,3 10,5 13,9
2004 9,4 10,8 15,1
2005 8,4 10,6 16,5
2006 6,9 10,2 17,2
2007 4,5 10,3 16,6
2008 0,9 11,0 17,4
2009 -4,8 14,0 20,6
2010 9,2 11,9 18,3
2011 8,5 9,8 15,9
2012 2,2 9,2 15,4
2013* 4,0 9,9 15,3
*Geçici

Yüksek işsizliğin getirdiği riskler ve sosyal ve ekonomik sorunlar şunlar olmuştur:

Gelir dağılımında bozulma ve yoksulluğun artması,

  • Yolsuzluk
  • Poşet kültürü
  • Gelir dağılımında bozulma
  • Din istismarı

IV ) GELİR DAĞILIMI

Gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu veya ne kadar düzeldiğini ölçen teknik hesaplar vardır. Ancak en doğrusu ve anlaşılanı gözle görünen düzelme veya bozulmadır.

Bu anlamda, bizde zengin fakir farkının açıldığı hemen anlaşılıyor. Memur ve işçiye yalnızca enflasyon kadar ücret artışı yapılırken, büyümeden refah payı verilmiyor. Bazı yıllar verilen fark ta refah artışını karşılamıyor.

Türkiye de dolar milyarder sayısı, son on yılda Almanya’yı ve Japonya’yı geçti.

TÜİK’in 2011 yılına ilişkin gelir dağılımı araştırmasının ortaya koyduğu bazı önemli tespitler ise şöyledir: Nüfusun yüzde 16’dan biraz fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Nüfusun yüzde 62’sinin taksitli ödemesi ve borcu, yüzde 26’dan biraz fazlasının ise çok ağır borç yükü bulunuyor.

4.1.Tasarruf ve Gelir Artışında Orta Gelir Tuzağı

Orta gelir tuzağına, ekonomilerde iç dinamiklerin dinamizmini kaybetmesi olarak bakabiliriz. Bu tabir ilk defa Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Ekonomi Profesörü Barry Eichengreen tarafından bir araştırmada kullanılmıştır. Eichengreen’e göre fert başına ortalama gelir seviyesinin 16.000 dolara (2005 yılı dolar fiyatları ile) gelen ekonomilerde, büyümeyi hızlandıran kaynaklar dinamizmini ve dolayısıyla itici gücünü kaybederek hantallaşıyorlar.

Orta gelir düzeyine gelinceye kadar, kırsal kesimden kente göç eden işgücü, sermaye yatırımlarından gelen yüksek karlar, yeni teknolojiler büyümeyi hızlandıran kaynaklardır. Bu kaynaklar giderek tıkanıyor. Bu tıkanıklığı aşmak için, kurumsal reformlar yapmak, verimliliği artırmak, Ar-Ge‘ yi hızlandırarak eskiyen teknolojileri yenilemek, beşeri yatırımları artırmak gerekiyor.

İktisadi gelişme sürecinde, Japonya ve Güney Kore orta gelir tuzağına düşmeden, gelişmiş ekonomi statüsüne geçmişlerdir. Diğer gelişmekte olan ülkeler genellikle orta gelir tuzağına düşmüşlerdir. Söz gelimi Türkiye, Tayland, Filipinler, Malezya, Brezilya ve Arjantin orta gelir tuzağına düşen ülkelerdir.

Bazı ülkeler yüksek gelirli ekonomi gurubuna ya çok uzun yıllar sonra geçmiş veya o gurupta takılıp kalmıştır. Aşağıdaki tabloda bazı ülkelerin satın alma Gücü paritesine göre hesaplanan orta gelir gurubunda geçirdikleri süreler yer almaktadır.

TABLO : VI – YILLAR İTİBARİ İLE GELİR GRUPLARI

Ülke adı

2010 KBGSYH (SAGP ile)

Alt orta gelirli olarak geçen yıl sayısı

Üst orta gelirli olarak geçen yıl sayısı

Çin

8.019

17

2

Tayland

9.143

28

7

Bulgaristan

8.497

53

5

Macaristan

9.000

51

10

Polonya

10.731

50

11

Türkiye

8.123

51

6

Meksika

7.763

53

8

Kaynak: Asia Developmant Bank ,2012

Türkiye alt orta gelirli gurupta 53 yıl kalmıştır. Son on yıldır üst orta gelirli gurupta yer almaktadır.

Orta gelir tuzağına düşen, ekonomilerde genel olarak, tasarruflar oranı düşüktür. Yatırımların payı düşüktür. Türkiye de ithalat içinde yatırım mallarının payı yüzde 15’ tir. Bununda on puanı eski yatırımları yenilemek için yapılıyor. Yeni yatırım malı ve teknoloji ithalatının toplam ithalata oranı yüzde 5’te kalıyor. Emek piyasası ve sendikalar gelişmemiştir. Teknolojik gelişmeler ve Ar-ge, sınırlı kalmaktadır.

V. ÇÖZÜM

Türkiye ekonomide ve siyasette panik yaşıyor. Önlem alınmazsa bu panik birer krize dönüşecektir.  Elbette ki bu paniğin ve gelecek krizin önemli maliyetleri olacaktır.

Eğer ekonomik krizler reel sektörde verimlilik düşüklüğünden, teknoloji geriliğinden ve yanlış yönetimden ileri geliyorsa ve bazı etkin olmayan firmaların iflasına yol açıyorsa , bir yerde maliyeti kadar yararı da olur. Zira sermaye kaybolmayacağına göre yeni ve daha etkin firmalar kurulur. Kriz istikrarın sigortası olur.  Ne var ki, bu gün yaşanan sorunlar reel sektörden değil, uzun süreli yanlış yönetimden ve Türkiye’nin gelecekten tüketmesinin bir sonucudur. Bu nedenle de herkes etkilenecektir.

Bu etkiyi en aza indirmek için kısa vadeli ve uzun vadeli önlemler almak gerekir.

Kısa vadede alınması gereken önlemler:

1.Merkez bankası faiz oranlarını artırmalıdır.2013 yılında mevduata verilen reel faiz oranı eksi olmuştur. Eksi faiz el yakar. Kimse TL tutmak istemez. Eksi faiz yatırımlara da yansımaz. Çünkü ülke riski de yüksektir.

Türkiye’nin, kredi borçlanma maliyetlerini etkileyen CDS’ ( Credit Default Swap ) yüksektir. 31 Mayıs 2013 tarihinde 131 olan CDS primi, 2013 sonunda 224’e çıktı. Bu nedenle yerli ve yabancı yatırım yapmıyor.

2. MB tek faiz oranı tespit etmelidir.Maalesef Türkiye de bir faiz anarşisi vardır. MB’ nın koridor uygulaması da fayda vermemiştir. Faiz anarşisi ekonomide istikrarsızlığın bir göstergesi olarak algılanıyor.

TABLO: VII UYGULAMADA OLAN FAİZ ORANLARI ( YÜZDE )

Aylık Faiz

Yıllık Faiz

Mevduat

8-9,5

Tüketici ve İşletme Kredisi

1,07 – 1,74

13,8-23,5

Kredi Kartları Akdi Faizi

2,02

24,24

Kredi Kartları Gecikme Faizi

2,52

30,24

MB Reeskont İşlemlerinde Faiz

—-

10,25

MB Avans İşlemlerinde Faiz

—-

11,75

Gecelik Borç Verme

—-

6,75-7,75

Gecelik Borç Alma

—-

3,5

Bir Haftalık Repo İhale Faizi

—-

4,5

Geç Likidite Borç Verme Faizi

—-

10,25

3. Aylık faiz uygulaması kaldırılmalıdır. Zira bankalar mevduata yıllık faiz veriyor e fakat kredilerden aylık faiz alıyor. Bu durum hem istismarlara neden oluyor. Hem de belirsizliğin olduğunu gösteriyor. İstikrar sorunu yaratıyor.

4. MB enflasyon hedeflemesi politikasından vazgeçmelidir.Zira 7 yıldır uygulanmakta olan açık enflasyon hedeflemesinde MB başarılı olamadı. Enflasyon hedeflemesinde, faiz dahil tüm para politikası araçları tek hedefe göre belirleniyor. Buna rağmen başarısız olması, MB olan iç ve dış güveni sarstı.  Ülke riskini artırdı.

Türkiye de kronik enflasyon yaşanıyor. Kronik enflasyon yalnızca para politikaları ile çözülmez. Ayrıca, finans – reel sektör dengesi, devletin yeniden yapılanması gibi yapısal önlemler gerekiyor.

5. Bankaların kredi faizlerine en fazla yüzde 50 kar marjı konularak, yasa ile sınır getirilmelidir. Faiz dışı alınan hizmet bedelleri gibi kredi maliyetleri tamamıyla kaldırılmalıdır.

6. MB kanununda değişiklik yapılarak, TL yanında Kur’unda gözetmesi sağlanmalıdır. Türkiye de serbest kur, ABD veya gelişmiş ülkelerde uygulanan serbest kur sistemi ile aynı değildir. MB döviz kurlarını kısmen kontrol etmektedir. Söz gelimi reel efektif kur endeksinin 120’nin üstüne çıkması halinde müdahale edeceğini daha önce açıklamıştı.

Dalgalı kur sistemi yerine, Türkiye’nin şartlarına daha uygun olan ‘’ Kontrollü veya müdahaleli döviz kuru ‘’ sistemine geçmelidir.

Merkez Bankasının TL ‘yi ve kuru birlikte gözetmesi içinde, sermaye hareketleri vergi konulmadan, söz gelim düşük bir oranda karşılık ayırma şartı ile kontrol edilmelidir.

7. Döviz kurlarının bu günkü seviyesinde kalması sağlanmalıdır. Bu sorun geçici maliyetler getirecektir. Üretimde kullanılan İthal girdi pahalı olacak ve üretim maliyetleri artacaktır. Bu artış enflasyona yansıyacaktır. Ne var ki, bir süre sonra muhtemelen bir yıl içinde, üretimde kullanılan ithal girdi payı azalacaktır. Yerine içeride üretilen aramalı ve hammadde payı artacaktır. Kapanan iplik fabrikaları, deri fabrikaları açılacak. Pamuk ekimi yeniden başlayacaktır. Türkiye ithalata bağımlı üretim ve büyümeden kurtulacaktır.

İthalat maliyetlerindeki artış, yerli üretim devreye girinceye kadar üretimde daralma ve işsizlikte bir artış yaratabilir. Ancak yerli üretim devreye girince işsizlik te azalır.

Kısa vadede, yasa değişikliği ile istihdam üzerindeki vergi ve prim yükü de düşürülmeli.

Orta ve uzun vadede planlama yapılmalı ve yapısal önlemler alınmalıdır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir