Devletin, piyasada rekabeti sağlaması ve gelir dağılımına müdahale etmesi, tarihi ihtiyaç olarak doğmuştur.
Devletin piyasaya müdahalesinin temel gerekçesi piyasada oluşan rekabet eksiklikleri ve toplumda talebi artan ‘’sosyal devlet anlayışı ‘’ile izah edilmektedir.
İkinci Dünya savaşının getirdiği olumsuz koşullar da devlet müdahalesini artırmıştır. Ne var ki 1970’li yıllarda bu müdahale bazı ülkelerde ağır ve hantal bir bir devletçilik olarak ortaya çıkmıştır.
Ancak, bir ekonomide İktisat Politikalarının başarısı ve kaynakların en verimli şekilde kullanılması için, her şeyden önce Devlet – Piyasa arasında optimal bir denge kurulmuş olması gerekir. Baskıcı ve bürokratik devlet, sermayenin başka ülkelere çıkmasına ve parelel olarak yatırımların aksamasına neden olur.
Aslında piyasaya, kamu harcamalarının artırılması ve Devlet Müdahalesinin en verimli sonucu, Keynes’ten önce Atatürk döneminde Türkiye de ‘’devletçilik ‘’ uygulaması ile gündeme gelmiştir.
1933 ‘te başlayan devletçilik döneminde Türkiye 1930 iktisadi buhranını daha kolay atlatmıştır. Ayrıca devletçilik kapsamında birinci ve ikinci sanayi planları yapılmıştır. Kurtuluş savaşından çıkmış bir Türkiye de Özel sektörde yeterli sermaye birikimi olmadığından, Bu planlama sayesinde devlet alt yapı yatırımlarını yapmış ve piyasa kuralları içinde işleyen kamu iktisadi teşebbüslerini, düşük gelirli guruplara ve köylü kesimine yönelik üretim yapan piyasa malları üretilmiştir.
Neo -Klasik iktisatçılar ve Keynesgil iktisatçılar Piyasa başarısızlığını da devletin piyasaya müdahale etmesinin bir gerekçesi olarak göstermiştir.
1.Piyasa ekonomisi tam rekabet şartlarını yerine getirmekte yetersiz kalıyor. Devletin piyasadaki oligopol yapıları ve kartelleri kaldırıp, rekabetin önünü açması gerekir.
Türkiye Anayasasının 167. maddesi şöyledir: ‘‘Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemlerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilli veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.’‘
2. Enerji, ulaştırma ve haberleşme sektörleri tek başına özel sektöre bırakıldığında ölçek ekonomilerinden dolayı tekelleşme ortaya çıkar. Bu yatırımların ya devlet tarafından yapılması gerekir veya devlet kontrolünde yapılması gerekir. Yap-işlet devlet modeli bu gerekçe ile uygulama alanı bulmuştur.
3. Özelikle Keynezyen iktisatçılar, piyasanın kaynak dağılımında etkinliği sağlayamadığını, kamuoyunun kabul edebileceği bir gelir ve servet dağılımını yerine getiremediği, bu nedenle devlet müdahalesinin zorunlu olduğunu savunmuşlardır.
4. Yine Keynezyen iktisatçılara göre, piyasada yüksek risk, spekülasyon, belirsizlik, ödemeler bilançosunda ortaya çıkan dengesizlikler, ekonomik istikrarın bozulmasına neden olur ve gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasını aksatır… Bu nedenle iktisat ve maliye politikaları ile ve fiilen müdahale ile devletin istikrarı ve rekabeti sağlaması gerekir.
Öte yandan, Devletin ülke kalkınmasında etkili olabilmesi için devlet yönetiminin şeffaf olması gerekir. Devletin şeffaf olması aynı zamanda devlet bütçesinin halk adına hareket eden meclisler tarafından denetimine imkan vermektedir. Bu yolla halkın vergileri ile çarçur edilmemiş ve bütçe kaynakları daha etkin kullanılmış oluyor. Siyasi iktidarlar halka hesap verdiği için, siyasi tercihler de daha doğru yansımış oluyor.
Devlet şeffaf olursa, adam kayırma, devlet imtiyazlarının siyasi yandaşlara verilmesi, yolsuzluk yapılmasını zorlaşıyor. Haksız rekabet önleniyor.
Buna karşılık bir ülkede otokrasi baskısı kalkınma projelerini olumsuz etkiliyor. Uzun dönemli yatırımlar yerine, kısa dönemli yatırımlara daha fazla önem veriliyor.
Birçok ülkede yaşanan dikta rejimlerin kısa sürede meyvesini verecek yatırımları tercih etmesi, halkın tepkisini bastırmak ve halk desteği almak telaşından ileri geliyor. Bunun içindir ki dikta rejimlerde planlama yoktur.