MİLLİ GELİR HESAPLANMASI HAKKINDA

Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul Tutanağı
23. Dönem 2. Yasama Yılı
79. Birleşim 19/Mart /2008 Çarşamba

 

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 79’uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı üçüncü söz, millî gelir hesaplaması hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’a aittir.

Buyurun Sayın Korkmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul)

– Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bugün gündem dışı resmî istatistiklerin gerçeği yansıtmıyor olmasıyla ilgili birkaç örnek vermek üzere ve bu işin düzeltilmesini önermek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 

 

Değerli arkadaşlar, devletin ürettiği resmî istatistikler yalnızca piyasada değil bütün dünyada Türkiye’yle ilgili göstergeleri, yatırım yapmak için gerekli verileri sağlayan istatistiklerdir. Maalesef bu istatistikler, son yıllarda tamamıyla çarpıtılıyor, özel amaçlarla kullanılıyor. İki örnek vermek istiyorum: Birisi millî gelir hesapları, diğeri de Hazinenin yaptığı borç hesapları. Değerli arkadaşlar, bunlar, bu iki hesap Türkiye’de bugün beklentileri yönetmek için kullanılıyor ama gerçek durumu yansıtmıyor. Âdeta Türkiye’de bugün yaşanan ekonomik sorunları hasır altı etmek için, bu ekonomik sorunları gizlemek için kullanılıyor.

Türkiye’de işsizlik kentlerde yüzde 12’yi geçti. Şubat enflasyonu arttı. Cari açık bu sene 42 milyar dolar tahmin ediliyor. Özel sektör dış borçları 150 milyar doları geçti. İMKB dünyanın en kırılgan borsası oldu. ABD hapşırınca biz nezle oluyoruz burada. Bütün bu sorunları kapatmak için, bu sorunları hasır altı etmek için Türkiye’de hesaplar yanlış kullanılıyor, istismar ediliyor.

Değerli arkadaşlar, millî gelir hesapları da bunlardan birisi. Bir gecede millî gelir 2.020 dolar artıyor, gayrisafi yurt içi hasıla yüzde 31,6 artıyor. Şimdi, arkadaşlar, burada önemli bir husus var. Bakın, millî gelir hesaplarında bir sistemden diğer bir sisteme geçmek, Birleşmiş Milletler sisteminden Avrupa sistemine geçmek, millî gelir hesaplarının sonuçlarını değiştirmez. Bakın, bir millî gelir nasıl hesaplanıyor? Katma değer olarak hesaplanıyor. Şimdi, eğer bir tarladan 10 ton buğday alıyorsanız bunu hangi hesapla yaparsanız yapın bu değişmez. Eğer bir atölyede 1 işçi 1 saatte 1 ceket üretiyorsa bunu hangi hesapla yaparsanız yapın sonuç değişmez. Burada “güncelleme” diye halk aldatıldı, toplum aldatıldı. Aslında güncelleme değil; yapılan, 1993’ten beri ön tahminlerin realize edilmemiş olması, yani ön tahminlerle yetinilmiş olması, düzeltme yapılmamış olması. Şimdi on beş yıl düzeltme yapılmıyorsa bir günde bu düzeltmeyi yapıyorsanız, o zaman, elbette ki millî gelir hesapları çok farklı çıkacaktır, dolayısıyla güvenilmez çıkacaktır. Onun için, bu hesaplar yanlıştır. Bunu kalkıp da “Efendim, fert başına gelir 9 bin dolardır Türkiye’de.” demek… Bunu, üstelik benim şahsen çok değer verdiğim bir bilim adamının söylemesi de beni ayrıca çok üzmüştür.

Değerli arkadaşlar, millî gelir hesaplarının, TÜİK’in gecikmesi nedeniyle, TÜİK’in on beş yıl yatmış olması nedeniyle bir gecede yapılması bu yanlış sonuçları doğurmuştur.

Şimdi, her şeyde Avrupa Birliğine sığınan Hükûmet neden borç kullanımında, borç stokunda AB tanımlı borç stokunu kullanmıyor da net borç stokunu kullanıyor? AB tanımlı borç stoku 344 milyar YTL, hazinenin net dış borç stoku 252,5 milyar YTL; yani arada 90-100 milyar fark var. Şimdi, neden bakanlar bu yanlış rakamı kullanıyorlar? Net borç stoku, bir ülkede gerçek borcu göstermez. Net borç stoku, bir ülkede yalnızca nakit akışlarını, nakit durumunu gösterir. Neden hükûmetler, bakanlar bunu yanlış kullanıyor? Kullanacaksa AB standardını kullansın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, nihayet çözümlere zaman kalmıyor. Pazartesi borsadaki düşmenin kapatma davasıyla en ufak bir ilgisi yoktur. Bu olay buraya taşınarak istismar edildi, edileceğini de tahmin ediyorum. Bu, etik değil. Çünkü, salı günü ABD piyasaları düzeldi, Türkiye’de de borsalar artmaya başladı. Ocak-şubat ayında 14,4 milyar dolar borsadan dışarıya gitti, kısa vadeli sermaye, sıcak para çıktı. O zaman dava mı vardı arkadaşlar? 2006 Mayısında da yüzde 11 düştü, mayıs-haziranda. O zaman dava mı vardı? Ocak ayında da borsa düştü. Türkiye’de kırılganlık yüksek. Bu kırılganlığı önlemek lazım. Bunun için de Türkiye’de ulusal bir sanayileşmeye gitmek lazım. Bu mevcut durumda, mevcut dışa bağımlı ekonomide hiçbir zaman Türkiye’de kırılganlığı yenemezsiniz.

Saygılar sunuyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Korkmaz.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Nazım Ekren cevap hakkını kullanacaktır.

Buyurunuz efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAZIM EKREN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP İstanbul Milletvekili Sayın Esfender Korkmaz Hocamızın “Türkiye’de millî gelir hesapları” konulu gündem dışı konuşmasına ilişkin söz almış bulunuyorum. Sayın Başkan sizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten de ulusal hesapların revizyonu konusu önemli bir konudur. Türkiye’de ilk defa yapılmıyor. Daha önce de ifade ettiğimiz şekilde, güncellemenin ekonomik ve istatistik nedenleri oluştuğunda, bu sürekli yapılan ve sürekli güncelleştirilen bir konu. Güncelleme neden önemli?

Güncellemenin en önemli nedeni, gayrisafi yurt içi hasılanın, o ülkedeki bütün ekonomik birimlerin faaliyetlerinin kümülatif sonucunu yansıtmış olmasından dolayı önemlidir.

İkincisi de, ekonomik yapı ve ilişkiler sisteminin genel görünümünü verdiği için, bu tablo içinde hangi ekonomik ajanın, hangi ekonomik sektörün ne kadar ağırlığı olduğunu belirlemede de önemli rol oynamaktadır.

Güncellemenin yapıldığı yıllara baktığımızda, 1950’de yapılan ilk güncelleme baz yıl olarak 1948’i kullanmıştır. 72’deki güncelleme 68 yılını baz olarak almıştır, 93’teki güncelleme 87’yi ve son olarak da 2007 yılındaki güncelleme de 1998 yılını baz yılı olarak almış bulunmaktadır. Bir sene önce, yani 93 yılında 1987 yılını baz alan millî gelir revizyonu yüzde 38’lik bir artışla neticelenmiştir. Dolayısıyla artış oranlarını sadece orana bakıp yorumlamak çok makul bir yaklaşım değil. 98 ile 2006 dönemindeki bütün serinin güncelleştiğini düşündüğünüzde, en yüksek oranın ortalama 35,1’le 1999 yılı için olduğunu, en düşük güncellemenin de ortalama 26,3’le 2002 yılını kapsadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla 2007 yılındaki 1998’i dikkate alan baz yılı güncellemeleri sabit bir kat sayı değil, o ekonomide, o sektörlerde ve o tarihlerdeki güncellemeyi kapsıyor.

Değerli milletvekilleri, güncellemenin iki ana nedeni vardır; bir tanesi istatistiki nedenleri -Sayın Hocam çok özet olarak bahsetti- ikincisi de ekonomik nedenleridir. İstatistiki nedenlerin başında o ülkenin en önemli kalemi olan gayrisafi yurt içi hasılanın uluslararası ölçekte karşılaştığı bilir olmasını sağlamaktır. İkincisi -yine bahsedildi- sınıflama sistemindeki değişikliktir. Bu da Birleşmiş Milletlerde üye olmaya aday olduğumuz Avrupa Birliğinin sistemine geçiş için ortaya çıkarttığı bir sonuçtur.

Mevcut anketlerde ve mevcut anket sisteminde yapılan değişiklik de istatistiki olarak gayrisafi yurt içi hasılanın güncelleştirilmesini zorunlu kılar. Yeni anketlerin yapılmış olması da güncelleştirmenin önemli bir nedenidir. Belki teknik olacak, ama en önemli istatistiki neden ticaret marjları, ulaştırma marjları ve girdi-çıktı kat sayılarında yapılması gereken değişikliklerdir. Sektörel zaman serilerinin tutarlılığının sağlanması ve hepsinden önemlisi de ekonomide genel dengeyi -biraz sonra anlatacağım- daha tutarlı hâle getirmek bakımından güncelleme de yapılmak zorundadır. Ekonomik nedenler arasında ise çok daha net şekilde ortaya çıkan sonuçlara baktığımızda, bir defa, daha önce yapılmış olup gündeme alınmayan ya da istatistiklere yansımayan ekonomik sonuçlardan da bahsetmek isterim. Bunların bir tanesi 2000 yılı bina sayımı, 2001 yılı tarım sayımı, 2002 sanayi ve iş yeri sayımı ve 2007’deki nüfus sayımları da ekonomik olarak hesapların güncelleştirilmesini zorunlu kılmaktadır.

İş yeri kayıtlarının kurulması ve güncellemesi de yine bu açıdan önem arz etmektedir. Hepsinden önemlisi, burada sık sık vurguladığımız, üzerinde durduğumuz kayıt dışılığın azaltılması da ekonomik olarak güncelleme konusunda bizi bu yola iten temel nedendir. Kapsanan ekonomik faaliyetlerin artmış olması, mevcut örnek hacimlerinin artırılması, iş gücü araştırmaları, bütçe araştırmaları ve sanayi üretim araştırmaları güncelleştirmenin en önemli nedenleri arasında yer almaktadır.

Şimdi, çok sık sorulan, Sayın Milletvekilimizin de gündeme getirdiği bu güncellemenin ortaya çıkarttığı veya bize verdiği sinyaller nelerdir: Birinci soru şu tabii: “Ülke daha mı zenginleşmiştir?”

Değerli milletvekilleri, güncellemeyle şunu görmüş olduk: Artık Türkiye ekonomisi eskiye oranla daha fazla katma değer üretme potansiyeline sahip bulunmaktadır. Kişi başına düşen geliri niçin hissetmedi vatandaşımız? Yine, sizler de biliyorsunuz, millî gelirlerin güncelleştirilmesi olayı gelir dağılımındaki değişmeyle aynı şey değil. Gelir dağılımındaki rakamlar önümüze geldiğinde vatandaş başına, grup başına ve kişi başına güncellemenin de yansıdığını birlikte göreceğiz. Üzerinde durulması gereken önemli bir nokta, bundan sonra güncelleme yapılacak mı yapılmayacak mı?

Değerli milletvekilleri, güncelleme iki açıdan devam edecek. Bir tanesi, her üç ayda bir millî gelirin ya da ulusal hesapların yayınlanması tarihinde, ondan önceki dönemde değişen bir veri varsa, onu rutin şekilde zaten güncelleştiriyoruz. Ama, bu kapsamda bir güncelleşmenin olup olmayacağı, yine önümüzdeki beş on yıllık bir süre içinde ekonominin kayıt içine alınma sürecine bağlı olarak gündeme gelebilecek bir olaydır.

Güncelleme sadece Türkiye’de yapılmıyor, Türkiye dışında gelişmiş ülkelerde ve yükselen piyasalarda da sık sık karşılaşılan bir olaydır. Örneğin, Almanya ve İtalya, 2000’li yıllarda önemli ölçüde oran sayılacak bir güncelleştirmeyi yapmıştır. Yunanistan benzer bir güncelleme yapmış, fakat yükselen piyasalar içinde bizim açımızdan önem kazanan Brezilya örneğinden bahsetmek lazım. Brezilya da, 2007 yılında mart ayında ortalama yüzde 11’lik bir güncellemeyi yapmış bulunmaktadır. Güncellemenin ekonomik sonuçlarına ya da bizim makroekonomik görünümümüze yansıma biçimi konusunda da birkaç tane göstergeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Reel sektör açısından bakıldığında, güncelleme, az önce ifade ettim, nominal olarak, reel olarak ve dolar cinsinden gayrisafi yurt içi hasılanın artmış olduğunu göstermekte. Bunun doğal bir sonucu olarak da kişi başına düşen geliri göstermiş olmakta, ama, az önce ifade ettiğim şekilde, bunun gelir dağılımı açısından nasıl bir tablo ortaya çıkaracağını, önümüzdeki aylarda yayınlanacak gelir dağılımı sonuçlarında çok net şekilde görmüş olacağız.

Güncellemeyle ortaya çıkan önemli bir sonuç da, millî gelirdeki büyüme oranlarının da farklılaşmış olmasıdır. Büyümeye esas kabul ettiğimiz millî gelir hacimleri değiştiği için, bu hacimlerin değişmesinin doğal sonucu oranlar da değişmiş bulunmaktadır. Belki de üzerinde durulması gereken reel sektör bakımından en kritik gösterge, yeni seride yatırımların güncelleşmiş millî gelire oranının artmış olmasıdır. Bu oran çok ciddi şekilde artmamış olsa bile, ortaya çıkardığı sonuç, gelir arttığında gelirin yatırıma ayrılan kısmının zaman içinde artış trendinde olacağıdır.

Sayın vekilimizin de ifade ettiği şekilde, güncellemenin kamu sektörü tarafına baktığımızda tablo çok daha net şekilde ortaya çıkmaktadır. Eski seriyle yeni seri arasındaki bütçe açığının, faiz dışı fazlanın ve faiz harcamalarının, gayrisafi yurt içi hasılaya baktığımızda, bütün oranların eskiye oranla daha iyi noktaya geldiğini söyleyebiliriz. Bunun anlamı şu: Avrupa Birliği sürecinde Maastricht Kriterleri’ni dikkate alıyor isek, bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının Avrupa ortalamasının çok daha altına geldiğimizi de çok net şekilde söyleyebiliriz.

Güncellemenin finans sektörü bakımından önemine gelince, özellikle bankacılık aktiflerini ya da banka sektörünün aktiflerini gayrisafi yurt içi hasılaya böldüğünüzde, ortaya çıkan sonuç, yeni seride banka aktiflerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranının azalmış olmasıdır. Bunun anlamı: Türk banka sektörünün hâlâ ciddi bir büyüme potansiyeli taşıdığını ifade etmek gerekir.

Benzer şekilde yine finans sektörü açısından değişik likidite ve ödeme aracı olarak kullanılan parasal büyüklüklerin de gayrisafi yurt içi hasılaya oranının düştüğünü ve değiştiğini, arttığını söyleyebiliriz.

Burada üzerinde durulması gereken önemli konulardan bir tanesi de paranın dolaşım hızı ve aktarım mekanizmalarının büyüyen bir ekonomi için iyi bir sonuca ulaştıracağıdır.

Borçlar bakımından önemli bir sonuç da, yine Sayın Vekilimizin ifade ettiği şekilde, iki türlü borcu gayrisafi yurt içi hasılaya bölerek kullanıyoruz: Bunlardan bir tanesi kamu net borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranıdır, diğeri de Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun millî gelire, gayrisafi yurt içi hasılaya oranlarıdır. Yeni seri veya eski seriye baktığınızda, yeni serideki düşüş trendi eski seriden çok daha fazladır. O zaman ortaya çıkan sonuç şudur: Büyüyen bir ekonomide ekonominin büyüme oranından daha az bir borçlanma stratejisinin olduğu söz konusudur. Birkaç tane rakam vermek isterim: Kamu net borç stokunun 2006 yılı sonu itibarıyla -2007 verileri 31 Martta ilan edilecek- eski seride yüzde 45’ken, yeni seride 34,2’dir. Gerçekten de kamu net borç stokunu kullanmak istemiyorsak, AB tanımlı borç stokunu kullanmak istiyorsak, orada da AB tanımlı genel yönetim borç stokunun millî gelire oranı eski seride 60,7 iken, yeni seride 2006 yılı itibarıyla 46’ya düşmüş bulunmaktadır. Bunun da verdiği sinyal son derece açıktır. Avrupa Birliği Maastricht kriterlerinde AB tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranının 60 olması gereken kriterin Türkiye şu anda çok daha düşük bir seviyesinde bulunmaktadır.

Son olarak da gayrisafi yurt içi hasıladaki güncellemenin dış ekonomik sektöre nasıl yansıdığı konusunda da bir iki rakamı sizlerle paylaşmak isterim. Cari işlemler dengesinin, yani cari açığın millî gelire oranı yeni seride 2006 yılında eski seriye oranla 8 iken, yeni seride 6,1’e düşmüştür. Aynı şekilde ihracat, ithalat ve dış ticaretin de benzer bir düşüş trendinde olduğunu söyleyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, gayrisafi yurt içi hasılanın ekonomik ve istatistik nedenlerden dolayı güncellenmesinden sonra Türkiye’nin makroekonomik tablosunun değiştiğini ve bu tablonun artık Türkiye’nin eskisine oranla daha fazla katma değer üretebileceğini gösterdiğini ve dolayısıyla 526 milyar dolarlık bir millî gelirle Türkiye’nin dünyanın 17’nci ekonomisi, Avrupa’nın da 6’ncı ekonomisi olmasının kesinleştiğini, kişi başına düşen gelirin 7.200 doları bir sene önce, 2007’de de 9 bin doları bulacağını söylediğimizde, gerçekten de Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel bir aktör olarak önemli noktaya geldiğini ifade edebiliriz.

Güncellemenin Türkiye’nin reytingi konusunda da önemli sinyaller vermiş bulunmaktadır. Güncellemeden önce sadece 7 değişkenden 2 tanesinde iyi konumdayken, Türkiye ekonomisi güncellemeden sonra 7 değişkenden 5 tanesinde iyi konuma gelmiş bulunmaktadır. Güncellemenin verdiği sinyaller içinde önemli olan bir husus da piyasanın beklediği güncelleme oranı ortalama yüzde 25 ve 30 aralığındaydı, 2006 yılındaki güncelleme kat sayısı da bundan fazla değil, sadece yüzde 31’dir. Dolayısıyla piyasa beklentisi ile fiilî gerçekleşme arasında fark olmadığı için bunun toplumu yanıltma ya da hesapları farklı şekilde gösterme anlayışından değil, sadece Türkiye’nin mevcut durumunu elimizdeki veri ve bilgilerle daha net şekilde ortaya koymaktır.

Tablonun bize ürettiği veya tablonun verdiği önemli bir sinyal de, Türkiye’nin gelecek döneme ilişkin sağlıklı bir geleceği inşa ettiğini göstermiş olmasıdır. Buradaki görüşmelerimizde, buradaki konuşmalarımızda sık sık vurguladığımız gibi, ekonomik değişimi ölçmek ve belirlemek istiyorsak kişi başına düşen geliri, kişi başına düşen kamu borcunu, kişi başına düşen toplam borcu ve kişi başına düşen toplam yatırımları ilişkilendirdiğimizde ortaya çıkan tablo şudur: Kişi başına düşen gelire oranla kamu borcu ve özel borç düşmüştür. Aynı şekilde kişi başına düşen gelire oranla kişi başına yatırım da artmıştır. Bunun verdiği mesaj Türkiye’de ciddi bir değişim ve dönüşümün yaşandığı, ekonomide normalleşmenin söz konusu olduğu, ekonomide eskiye oranla bir düzeltmenin yaşandığıdır.

Sayın Vekilimizin üzerinde durduğu önemli bir konu da pazartesi günü dünya piyasalarında yaşanan türbülansla ilgili değerlendirmedir. Ben de sizlere özet olarak bu türbülansla ilgili birkaç rakamı paylaşmak isterim: Cuma günkü verileri dikkate aldığımızda yani cuma günü kapanış durumundaki borsayı, faizi ve kuru dikkate aldığımızda, pazartesi günü yine kapanışta aynı şekilde borsayı, kuru ve faizi dikkate aldığımızda ortaya çıkan tablo şudur: İstanbul Menkul Kıymetler 100 Endeksi’nde cumaya göre pazartesi günü itibarıyla değer kaybı yüzde 7,48’dir. Aynı şekilde döviz kurlarında artış oranı yüzde 2,1’dir. Aynı şekilde faiz oranlarındaki yükseliş oranı 3,97’dir, baz puan da yüzde 69 artmıştır.

Bu göstergelere baktığımızda, dünya piyasalarında -yükselen piyasalar ve gelişmiş piyasalar da dâhil olmak üzere- bu kadar dramatik bir değişiklik yaşayan ülkenin olup olmadığını değerlendirmek lazım.

Salı günkü verilere baktığımızda. salı günkü verilerde de pazartesiye oranla bir düzelmenin olduğunu söylemek mümkün.

Dolayısıyla, -az önce ifade ettik- Türkiye ekonomisinde ana parametreler olarak bakıldığında: Merkez Bankası rezervlerinin 75 milyar dolar -brüt olarak- hazinenin nakit durumunun iyi olmasını, bankacılık sektörü pozisyonunun güçlü olmasını, mali disiplinin devam etmesini veya ettiğini, ocak, şubat bütçesinin yirmi yıldan beri ilk defa fazla verdiğini, ekonomik büyümenin artmaya devam ettiğini; hepsinden önemlisi, özel sektörün hâlâ dışarıdan kredi bulabilme yeteneğine ve gücüne sahip olduğunu, enflasyonun düşme trendinin devam ettiğini, ihracat artışının TİM ve TÜİK verilerine göre artmasının devam ettiğini ve reel sektör bakımından önemli bir gösterge de ocak ayında yüzde 11,7 artan sanayi üretim endeksine bakarsak 2008 yılı için Türkiye ekonomisinde göstergelerin olumlu trendinin söz konusu olduğunu söylemek mümkün.

Az önce ifade ettiğim gibi, borçların gayrisafi yurt dışı hasılaya oranı ve temel bütçe büyüklüklerinde gayrisafi yurt içi hasılaya oranının yüksek olması, ekonominin eskiye oranla daha korugan ve daha sağlam olduğunu, güvenli bir liman ve yükselen yıldız olma özelliğini korumaya devam ettiğini, olabilecek dalgalanmalardan kalıcı etkisini azaltacak bir potansiyele de sahip olduğunu söylemek mümkün.

Tabii, üzerinde durulması gereken önemli konu: Küresel fırtınanın şiddetinin arttığı ve etkileyebildiği veya etkileyeceği alanın genişlediği bir ortamda küresel belirsizlikler, istikrarsızlıklar ve krizler söz konusuyken, lokal düzeyde belirsizlik, istikrarsızlık ve kriz üretmek, ekonominin dayanma gücünü ve ekonominin genel direncini olumlu yönde etkilemeyecektir. Ama genel bir çerçeve olarak şunu söylemek mümkün: Revizyonla birlikte, az önce ifade ettiğim ana tabloyla birlikte, Türkiye, eskiye oranla birçok kırılganlığını ortadan kaldırmış, birçok kırılganlıklarını düzeltmiş fakat büyüyen bir ekonomi olduğu için, gelişen bir ekonomi olduğu için yeni eşiklerin de başına geldiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla, ekonominin doğal yapısından dolayı kaybolan kırılganlıklar yeni süreçlerde, yeni dönemlerde farklı hassasiyetler üretebilir, bu hassasiyetlerin, ortaya çıkan bu kırılganlıkların yönetimi de elbette önemlidir. Ama Türkiye ekonomisinin eskiye oranla daha güçlü, daha sağlam olduğunu da belirtmek lazım.

Son olarak, bir iki cümleyle borçlanmayla ilgili rakamlardan da bahsetmek isterim: Hazinenin, ister kamu borcunun net olarak ister Avrupa Birliği tanımlı olarak bakıldığında, gayrisafi yurt içi hasılaya oranlarının azalması ve yeni senede bunun çok daha hızlı azalmış olmasının ortaya çıkarttığı en önemli sonuç, büyüyen bir ekonominin gelir artışına oranla borçlanma artışının daha az olduğudur ve borçlanmanın da etkin bir şekilde yönetiliyor olmasıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, sizlere tekrar en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ekren.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir