İstanbul Üniversitesinde bir konferansta konuşan Meclis Başkanı Kahraman’ın ‘’ Laiklik yeni anayasada olmamalı ‘’ sözü tepki çekti. Asıl önemlisi olan siyasi partilerden, muhalefetten ve özellikle AKP’ den nasıl bir tepki geleceğidir? Zira bu günkü siyasi partiler meşruiyetlerini mevcut anayasadan almaktadırlar. Açıklama yapan Meclis başkanı da meşruiyetini bu anayasadan almaktadır.
Kaldı ki Meclis başkanı hem 1961 ve 1982 Anayasası dindar bir anayasadır derken çelişkiye düşüyor hem de AKP genel Başkanı ve Başbakan Davutoğlu’nun Avrupa Parlamentosundaki konuşması ile çelişkiye düşüyor.
Başbakan Avrupa parlamentosunda Türkiye’deki yeni Anayasa çalışmalarının hatırlatılarak, “Türkiye’nin yeni anayasasının Avrupa Konseyi standartlarına uygun olacağını taahhüt eder misiniz?” sorusu soruldu. Başbakan ‘’ 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından Avrupa Konseyi’nde Türkiye‘nin üyeliği askıya alındığında, o dönemde daimi temsilcinin yaptığı hüzünlü konuşmayı hala hatırladığını söyledi. Ve ilave etti : ” Avrupa Konseyi’ne dönüp ‘Bizi yalnız bırakmayın, bizi otoriterime terk etmeyin.’ diye çağrıda bulunmuştur. Şimdi ben bugün yaklaşık 36 yıl sonra burada bu makamda her şeyiyle özgür, Avrupa standartlarında, demokratik bir hukuk devletinin Başbakanı olmaktan onur duyuyorum.”
Aslında Meclis Başkanı Laikliğin kaldırılmasına teki olup olmadığını ölçüyor. AKP hep böyle yapıyor. Yapmak istediklerini önce tartışmaya açıyor. Tepkilere bakıyor.
Öte yandan daha talihsiz olanı dindar anayasa teklifinin, Türkiye’nin batıya dönük bir ülke olmasında en çok emeği geçen bir kurum olan, İstanbul Üniversitesinde yapılmış olmasıdır.
Bu Üniversite de en yüksek, 1202 oy alan adayı YÖK ikinci sıraya yazmış, birinci sıraya daha düşük 908 oy alanı yazmıştı… Cumhurbaşkanı da düşük oy alanı atamıştı. Bu üniversitede bir kısım akademisyenler nasıl olsa atanmayacak diye kendi istekleri doğrultusunda oy vermiyorlar.
İstanbul Üniversitesinde biz yönetim anlayışı olarak demokrasiyi önde tutardık ve eğer akademisyenler mesleki yeterliye sahip ise, düşüncelerine bakılmaksızın terfi etmelerini ve kadroya geçmelerine destek verirdik. Bu gün İstanbul Üniversitesi tersine bir düşünce ve anlayışın kadrolaşma kurumu olmuştur.
Yanlışı yalnız akademisyenler değil muhafazakârlar da yapıyor. AKP Demokrat partinin devamı olduğunu ve muhafazakâr bir parti olduğunu söylüyor.
Oysa DP muhafazakârdı, dine bağlıydı, ancak Laikliği kaldıralım demiyordu. DP döneminde din tartışması yaşanmadı. Ben şahsen AKP içinde de birçok muhafazakâr milletvekili olduğunu ve fakat Laikliği kaldırmak gibi bir niyetlerinin de olmadığına inanıyorum.
Kaldı ki, Laiklik din karşıtlığı değildir. Tersine Laikliğin dine karşı bir duruş olarak algılanması değil, dini tahakküme ve istibdada ve inanç istismarına karşı bir duruş olarak algılanması gerekir.
Laikliğin en iyi tarifini “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir” şeklinde Atatürk yapmıştır. .
Yine Laikliğin olmadığı bir Türkiye’de demokrasinin de olmayacağı çok açıktır. İslam dini bünyesinde, ibadet yanında sosyal ilişkileri yöneten yasaları da barındırır. Laiklik, hem dinin siyasi amaçla istismarını önler, hem de dinin devlet işlerinden ve yönetimden uzak tutularak daha saygın kalmasını sağlar. Kaldı ki uygulamada halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan demokrasinin olmayacağı denenmiş bir gerçektir.
Laikliği kaldırma denemesi yapanlar iki noktayı unutmasınlar:
· Bu millet Cumhuriyetle birlikte demokrasiyi, Vicdan, ibadet ve din özgürlüğünü gördü, yaşadı… Yaşadıklarından geri gitmeyecektir.
· Adalet ve kalkınma partisi, ilkeleri ve açık hedefi farklı da olsa parti içinde din istismarı yapanlar var. Üstelik bu istismarlar dengeyi bozuyor. Toplumda bu konularda denge daha fazla bozulursa, önce bozanlar altında kalır.