16 yüzyıla kadar, hangi din ve inanış olursa olsun, din adamları rühanı dünya yanında aynı zamanda devlet yönetiminde de etkili oluyordu. Bu din adamları dini kullanarak devlet yönetimine entrikalar yapıyor, krala ve yönetime müdahale ediyorlardı.
Laikliğin temel felsefesi, 16.yüzyılda İtalya’da başlayan Rönansans ve reform hareketleri ile oluştu. Sanatta ve edebiyatta kilisenin hâkimiyetinden kurtularak, antik roma ve Yunan düşüncesi ile realite ‘ye yönelme başladı.
Laik devlet düzeninde dinsel özgürlükler anayasalar ve yasalarla garanti edilmiştir. Kamusal fonların tek bir din veya mezhep için kullanılması engellenmiştir… Eğitim sitemi dinsel anlayışlardan bağımsızdır. Dinin ve inançların siyasi bir araç olarak kullanılması ve dinin siyasi arenanın dışında tutulması da aynı şeklide yasalarla garanti edilmiştir.
Genel prensipleri böyle olmakla birlikte, biz dahil dünyada lâik olarak tanımlanan ülkelerde uygulamada ortaya çıkan sorunlar için farklı yorumlar ve eleştiriler yapılmıştır.
İslam’da Laiklik, siyasi İslam, krallar, emirler ve gerici düşünce akımları tarafından sürekli istismar edilmiş ve Din düşmanlığı olarak topluma lanse edilmek istenmiştir. Gerçekte ise, tarif gereği Laiklik dinin özgürleştirilmesidir. Devleti ve Hukuku dinsel referanslardan arındırmaktır.
Rahmetli Ali Fuat Başgil; laiklik kitabında , ’’Bir din için en büyük tehlike, hadimlerinin memurlaşması kürk ve saltanat hırsına düşmesidir.’’ diyor.
Kamu oyu açısından bakarsak, 2014-2017 son üç senedir dünyanın yaşamakta olduğu DEAŞ terörü , İslam devleti ve şeriat düzeni kurma mücadelesi içindedir. Siyasi İslam’ın ağırlaştırılmış şeklidir.
Radikal Siyasi İslam, her yerde ve her zaman toplumu ikiye bölmüştür. Bir kısım insanlar kayıtsız şartsız İslami kuralları isterken, bir kısım insanlar tersine dinden soğumuştur. Kaldı ki yalnızca Şerait devleti kurmak isteyenler değil, hangi rejim olursa olsun, Dini siyasette kullanmanın da toplumu böleceği ve dini günlük tartışmalar içine çekmenin dini hassasiyete zarar vereceği, inancın zayıflamasına neden olacağı açıktır.
Din adamlarının politikayı yönetmeye kalkmasının en büyük zararını Fetö terörü nedeniyle Türkiye görmüştür. Aslında bu sorun dini siyasette sınırsız kullanmanın ülkeyi ve toplumu hangi tehlikeli eşiklere götürebileceğini göstermiştir. Türkiye bu kritik eşikten toplumun sağduyusu sayesinde dönmüştür.
Dini siyasette kullanan siyasi İslam’a izin veren veya bunlara imkan tanıyan ülkeler sonunda şerait devletine dönüşüyor. Daha önce laik devletler olan Pakistan, Bangladeş, İran, Irak ve Madagaskar şimdi laik devlet değildir.
Pakistan (1947-1956 yılları arasında laik bir devlet iken , 1956 Anayasasında ülkenin adı ‘’İslami Cumhuriyeti ‘’ olarak belirlendi. 1980 diktatör Ziya Ül Hak tarafından Pakistan’da laiklik ile ilgili uygulamalar kaldırıldı.
1972 Bangladeş Anayasası’nda ilke olarak sekülerizm; demokrasi, nasyonalizm ve sosyalizm yer almıştı. 1975’te ülkenin kurucusu olan başkan Şeyh Mucib-ür-Rahman suikasta uğradı. Sonrasında oluşturulan askeri hükümet sekülerizmi kınadı ve 1977’de başkan Ziaur Rahman tarafından sekülerizm sözcüğü “Allah’a inanç ve güven bütün edimlerin temeli olacaktır.” ibaresi ile değiştirilerek anayasadan çıkarıldı.
İran, 1925’te Şah Rıza Pehlevi’nin tahta çıkmasının ardından lâik bir devlet haline geldi. Ancak, 1979 tarihli Humeyni taraftarları ile Şahlık rejimine muhalif grupların katılımıyla gerçekleşen 1979 darbesinin ardından kısa bir süre sonra Aralık1979’da din devleti kuruldu ve yeni anayasa oluşturuldu. Ülke İslami Cumhuriyete çevrildi.
İran Şii mezhebinde, Suudi Arabistan ise Sünni mezhebinde, din devletini ve şeriatı en ağır şekilde uygulanan iki ülkedir.
Irak bağımsızlığına kavuştuğu 1932 yılından Baas rejiminin geldiği 1968 yılına kadar laik devlet yapısına sahipti. 1968’de anayasaya din devleti ibaresi eklendi. Bu gün Laiklik konusunda tartışma yaşanıyor.
Özet olarak, Dine dayalı bir devlet düzeni bizzat dine de zarar veriyor. Bundan tek yarar sağlayanlar, diktatörler ve krallar ve İslam’ı kendi siyasi çıkarları için kullanan partiler ve parti liderleri oluyor.