1990’lı yıllarda dünyada 3 eğilim durdurulamaz olduğu savunuluyordu. Bir… Küreselleşme … İki … Yerinden yönetim… Üç … Demokratikleşme …
Küreselleşmeden prensip olarak tüm insanlığın fayda göreceği öne sürülüyordu… Teorik olarak doğruydu… Ancak uygulamada iki temel altyapı olmalıydı… Birisi, gümrüklerin, kotaların olmadığı, sermaye gibi mal ve emeğin de serbest dolaşabileceği bir dünya… İkincisi ise, döviz kurlarında ve teşviklerle rekabetin bozulmayacağı bir piyasa.
Küreselleşmenin teorik altyapılarından birisi de iktisatta Ricardo’nun çok bilinen mukayeseli (karşılaştırmalı) üstünlükler teorisidir. Bu teori bile, ticaret yapan iki ülkenin, ikisinin de karlı çıkabileceği bir ilişkiyi açıklamaktadır. Üstünlükler teorisi gümrük duvarları olunca Ricardonun teorisi de havada kaldı.
Ayrıca küreselleşme birçok hükümet tarafından istismar edildi. Bazı ülkeler sıcak paranın kısa dönemde getirdiği ekonomik canlanmayı ve suni refahı siyasette birer popülist araç olarak kullandılar. Elbetteki uzun dönemde biz dahil , bu uygulamayı yapan ülkeler, büyük cari açıklar verdiler, dış borçları arttı ve daha önemlisi ulusal üretimleri dışa bağımlı bir yapı kazandı.
Buna karşılık, Rasyonel ve “Milli İktisat Politikaları” uygulayan Çin gibi gelişmekte olan ülkeler kazançlı çıktı.
Türkiye küresel süreçte ulusal olmayan politikalar uyguladığı için bu süreçten en fazla zararlı çıkan ülke oldu.
Söz gelimi biz son 15 yılda 450 milyar dolar civarında cari açık (Döviz gelirlerimiz ve giderlerimiz arasında aleyhte fark) verdik… Dış borcumuz 400 milyar doları geçti. İşsiz sayısı da 5 milyona çıktı.
Türkiye’de Milli ve Ulusal kelimelerinden korkanlar var… Siyasi iktidar da Milli ve yerli diyor ve fakat Ulusal denilince ürküyor. Ekonomik olarak Milli ve yerli, tam olarak ulusal politikalarla aynı anlamdadır.
Milli veya Ulusal Ekonomi, diğer ülkeler ve toplumlar karşısında, kendi ülkemizin ve halkımızın çıkarlarını korumaktır… Sanayileşmiş ülkelerin tamamı bunu yapıyor… Örneğin, özelleştirmelerde veya uluslararası ihalelerde, Başkanlar, başbakanlar devreye giriyor.
Yeni yatırım yapmak için değil de, aramalı ve tüketim malı ithal etmek için Cari açık veren bir ülke Ulusal çıkarlarını korumuyor demektir.
Özelleştirmeyi bütçe açığını kapatmanın bir aracı olarak kullandık. Blok satış yoluyla devletin altyapı yatırımlarını yerli ve yabancıya sattık. İngiltere’de Tony Blair’de özelleştirme yaptı. Ancak özelleştirmeyi halka satış yoluyla yaptı ve sermayenin tabana yayılmasını sağladı. Yani Tony Blair Ulusal çıkarları, biz ise kısa vadeli kamu finansmanını önde tuttuk.
Öte yandan politikada popülizmin bir aracı ve oy tezgahı olarak kullandığımız sıcak para girişleri maalesef kırılganlığı artırdığı için, fiziki yatırım yapan, risk alan, istihdam yaratan ciddi yatırım sermayesi gelmedi. Tersine sıcak para ve spekülatif sermaye, bu güne kadar kendisinden daha çok kar transferi yaptı.
Ulusal veya Milli politika, Türkiye’ye uzun dönemli ve yeni yatırım yapacak, yeni teknoloji getirecek… İstihdam yaratacak yabancı sermayeli yatırımları desteklemek, buna karşılık hazır ve karlı yatırımları ile devlet tekellerini alan, spekülatif kar peşinde koşan yabancı sermayeyi sınırlamaktır.
Geçmişte, kapitülasyonlar belirli ülkeler için verilmişti… Bu günkü kur politikası ile bu hak ekonomik ilişkimiz olan tüm ülkelere verilmiştir.