27 Mayıs’ta Japonya’da toplanan G7 ülkeleri küresel ekonomik büyümeyi güçlendirmeye çalışacakları kararını aldılar.
Japonya Başbakanı “Küresel büyümenin düşük ve potansiyelin altında kaldığını, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin neden olacağı bir küresel ekonomik daralmanın ‘en çok korkulan bir risk’ olduğunu” belirtti.
Özet olarak “eğer uygun politikalar üretilmezse küresel ekonominin krize girme riski olduğu” vurgulandı.
Geçtiğimiz yüzyıla siyasi akımlar damgasını vurdu… Radikal düşünceler, Sovyetler Birliği dahil ülkelerin yetmiş yıllık yürüyüşü birkaç yılda terk edildi. Nazi dalgasının ömrü çok uzun olmadı… Ancak insanlığa zararı, getirdiği maliyet daha da yüksek oldu. Bütün bir dünya olarak, komünizm gibi, faşizm gibi demokratik olmayan sosyal ekonomik sistemlerin, yalnızca bir kişiye veya bir gruba hizmet ettiğini, insana hizmet etmediğini ve hatta insanlığa aykırı olduğunu çok geç anladık. Bu nedenledir ki “insana hizmet” yükselen bir değer olmaya başladı. Buna rağmen bugün de değişmeyen tek şey, “insanın, insanı sömürmesi” oldu. Bir insanın başkasını sömürmesi, insanın doğasında var… Hangi sistem olursa olsun, insanlar birbirini sömürmenin yolunu buluyor. Küreselleşme süreci bu sömürüyü genişletti ve sömürü şekil değiştirerek, ekonomik ilişkilerde kendini gösterdi.
Bu sömürünün birinci ayağı cari işlemler açığı ve dış borçlanmadır… Biz dahil birçok gelişmekte olan ülke yüksek cari açıklar verdi ve vermeye devam ediyor. Cari açık veren ülke kaynak kaybediyor ve yerine dış borç alıyor. Yani sistem çift taraflı çalışıyor.
Elbette cari açık ve dış borçlanma sürdürülemez… Net dış borç ödeme sürecinde gelişmekte olan ülkelerde bu nedenle dışarıya kaynak çıkışı büyüme oranının üstünde olursa, fakirleşme başlayacaktır. Kaldı ki gelişmekte olan ülkelerde spekülatif sermaye ve sıcak paranın yarattığı spekülatif piyasalar da sürdürülemez, kriz kaçınılmaz sondur.
Bunun içindir ki bizim gibi ülkelerin dış ekonomik ilişkilerinde daha ulusalcı politikalar uygulaması ve daha dikkatli davranması gerekir… Örneğin şimdi bizim cari işlemler açığını kronikleştiren ve dış borçlanmayı artıran, kırılganlık yaratan kur politikasını değiştirmemiz gerekir.
Görünen yaklaşım
G-7’lerin alacakları önlemler gelişmekte olan ülkeler için geçicidir. Mamafih 2008 ve 2009 krizleri içinde ABD ve AB’nin aldığı parasal önlemler günü kurtarma şeklindeki önlemler oldu.
Öncelikle, küreselleşmeyi yeniden tarif edip, dünyayı spekülatif sermayenin tuzağından kurtarmak gerekir. Başka bir ifade ile küresel yaklaşım değişmelidir. Küreselleşmenin özet gerekçesi, tüm dünyada insanlığın refahını artırmak şeklindeydi. Ne var ki, şimdi anlıyoruz ki bu yaklaşım görünen bir yaklaşım olarak tasarlanmış. Asıl hedef, spekülatif sermayenin önünü açmak imiş. Bu nedenledir ki, küreselleşme, global ekonomide faktörel dengeleri bozdu.
Küresel sömürünün ikinci ayağı, spekülatif sermayenin kâr transferidir.
Küreselleşme sürecinde özelleştirmeden veya piyasadan kârlı şirketleri satın alan “spekülatif sermaye” ile “kısa vadeli sermaye” ve “hedge fonlar” gibi fonlar dolaştı.
Kârlı işletmeleri satın alan yabancı sermaye hem yeni istihdam yaratmadı, hem de yüksek kâr transferleri ile getirdiğini kısa sürede geri götürdü ve cari açığın kronikleşmesinin nedenlerinden biri oldu.
Sonuç olarak, 2008-2009 krizinden beri küreselleşme sürecinde iniş yaşanıyor. 1990’lı yıllarda hızlanan küreselleşmenin, konjonktürel devresi kısa oldu. Reel yatırım, üretim ve istihdama dayalı bir politikanın uygulandığı dönemlerde konjonktürel devreler daha uzun olmuştur.
Anlaşıldı ki yalnızca spekülatif sermayeye çalışan bir dünya ekonomisini kurtarmaya, alınan geçici parasal önlemler yetmez. Dünyada konjonktürel iniş devam edecektir. Dünya ekonomisinin yeniden canlanması için, dibe vurması, yeni ve reel ekonomiye dayanan yaklaşımların devreye girmesi, ekonomide iç dinamiklerin harekete geçmesi gerekir.