İran, 1925’te Şah Rıza Pehlevi’nin tahta çıkmasının ardından lâik bir devlet haline geldi. Ancak, 1979 tarihli Humeyni taraftarları ile başta solcular olmak üzere şahlik rejimine muhalif olan grupların katılımıyla gerçekleşen 1979 darbesinin ardından kısa bir süre sonra Aralık1979’da din İranda devleti kuruldu ve yeni anayasa oluşturuldu. Ülke İslami Cumhuriyete çevrildi.
Aslında rejimin Cumhuriyet ve demokrasiyle ilgisi yoktur.İran Anayasası,’’ Rehber-I muazzam ‘’denen Büyük Ayetullaha vesayet yetkisi vermiştir. Ayetullah , İran Cumhurbaşkanının üstünde yetkilere sahiptir.
İran Şii mezhebinde , Suudi Arabistan ise Sünni mezhebinde , din devletini ve şariatı en ağır şekilde uygulanan iki ülkedir.
İranda Ekonominin yüzde 40’ı devletin , Yüzde 45’i , dokunulmaz olarak Kabul edilen dini vakıfların ve yüzde 15’i de özel sektörün mülkiyetindedir. Dini vakıflar tamamıyla mollaların yönetimindedir.
Aslında devlette dini vesayet altındadır. Kamu Kurum ve fabrikalarında , yönetim kurulu vardır. Kararlar alır. Ancak uygulama için o kurumda veya fabrikada görevli bir din mensubunun onayı gerekir.
Mollalar , 20 yaşındaki genç mollalara , ‘’gittiğiniz toplantılarda en üst köşede oturun ‘’ diye tembih ediyorlar.
Halk , kılık kıyafet olarak , yaşam tarzı olarak , dini vesayetten dolayı mutsuzdur. İrana giden Turist başını kapamak zorundadır. Toplum dini görevlerini de adeta baskı altında yerine getiriyor.
Söz gelimi , Tebrizde son yıllarda yapılmış ve ikibin kişilik bir cami ,şimdi üç bin kişiye çıkarılıyor. Bize bu camiyi gezdiren Tebrizli camiyi tanıtırken şöyle konuştu : ‘’Cuma dışındaki günler ve vakitlerde camide yalnızca 8-10 kişi oluyor. Cuma günleri eyalet Vali- komutan olan Ostandar’larda diğer devlet yöneticileride camiye gidiyor diye halkta görünmek için yada korkusundan aynı camiye gidiyor ve cami doluyor. ‘’
2016 yılında petrol ürünlerinden polietilenin Türkiye de satışı ile ilgili bir araştrıma için Tebrize gitmiştim. Fabrikalarda üst düzey çalışanların bir kısmı Türkiye ‘de eğitim görmüştü. Teknik personel yetkin uzmanlardı. Ancak mesleki baskı altında olduklarını söylüyorlardı. Devrim muhafızları her alanda , Hitlerin gestapoları gibi çalışıyordu. Halkın yüde 80’i düzenden memnun değildi. Ancak bu memnuniyetsizliği düşünmekten bile çekiniyorlardı. Seçim mahallinde gizli bir gözün onları kolladıklarına inanıyor ve korkuyorlardı.
İranda ordudan ayrı olarak rejimi koruyan devrim muhafızları var… Orduya Şahtan kalma ordu deniliyor ve devrim Muhafızları ordusu daha önde tutuluyor ve bu orduya Daha modern araç gereç alınıyor.
Söz gelimi , 2018 Bütçesinde , devrim muhafızlarına ayrılan öedenek miktarı , orduya ayrılan ödenekten üç kat daha fazladır.
Ayrıca rejim polisi de dini rejimi koruyan kolluk gücüdür. Ülke genelinde 90 bin kişi olan basiciler , rejim taraftarı gönüllülerden oluşuyor.
Devrim muhafızlarına ,farsça ‘’pasdaran = muhafız ‘’ deniliyor. Tebriz Güney Azerbaycan başşehridir. Orda kaldığım 2015 yazında halk Suriyede binlerce pasdaran olduğunu ve Yemende de aynı devrim muhafızlarının savaştığını söylüyordu. İran , mezhep savaşları için harcadığı kaynakları İran halkının refahi için harcayabilirdi.
Özetle , İran petrol dahil tüm kaynaklarını halkın refahı için değil , ortadoğuda mezhep kavgası ve İranda şeriatın muhafaza edilmesi için harcıyor.
İran ortadoğuda mezhep savaşı yaparken , İranla aynı mezhepe sahip Azerbaycan –karşısında Ermenistanı tutuyor ve destekliyor. Birçok iranlı Ermenistanda gayrimenkul alıyor.
Din esaslı şeriat düzeni , İranı dünya kakınma yarışında da geri bırakmıştır. Taha Akyol , Pauln Kennedy’nin ‘’21 Yüzyıla Hazırlanmak ‘’ isimli kitabından aynen şu tespitleri yapmaktadır :
‘’ 1980’lerin sonlarında 43 milyon nüfuslu Güney Korede , Yüksek öğretimde 1.4 milyon öğrenci vardı… 54 milyon nüfuslu İranda ise bu sayı 145 binden ibaretti. 1980’lerin sonunda Güney Korede Fert başına gelir 4.800 dolar, İranda ise 3.300 dolardır. Bu gün ise arada uçurum var. Güney Kore 29.000 dolara çıkarken , İran ise ancak 5.000 dolara çıkabilmiştir.
İran örneği islamı siyasi alanda ve devlet yönetiminde kullananların temel hedeflerinin halkın refahı değil , kendi yerlerini ve çıkarlarını maksimize etmek olduğunu göseriyor.