Siyasi Partiler halkı temsil eden kuruluşlardır… Siyasi partiyi yönetenler de halkın verdiği yetkiyle iş yapıyorlar. Adaylık yolu nasıl olursa olsun, sonuçta her aday halkın içinden çıkıyor.
Bazı entelektüeller… Bazı sözde aydınlar… Yahut da tek solcu kendilerini görenler, her seçim öncesi sık sık halkla iletişim kurulması gerektiğinden söz ediyor.
Bu gibilere sormak gerekir… Halk eğer diyalog kurulacak bir insanlar topluluğu ise o zaman niye kurmuyor da söylüyorsunuz?
Halkla diyalog kim kurar? Halkın üstünde olanlar kurar. Herhalde halkın içinde olanlar böyle bir gereksinim duymazlar. Gerçekte halka iletişimden söz edenler zımni olarak “ben farklı yerdeyim” mesajını veriyorlar. Başka bir ifade ile halkla diyalogdan söz edenler, farkına varmadan kendilerinin farklı mayadan olduğunu belirtmiş oluyorlar.
Laedri’ nin meşhur sözüdür : “Secaat arz ederken merdi kıptı sirkatın söyler” “çingene kahramanlığını söylerken, hırsızlığını anlatır.”
Siyasetçinin Halkla iletişim kurması, Seda Sayan veya İbrahim Tatlıses’ten her halde farklı anlaşılmalıdır. Birçok sevilen sanatçı aday olduğu halde oy almamıştır. Halk sanatçıyı sanatından dolayı seviyor. Aday olunca, halk bu ayırımı yapabiliyor ve oy vermiyor. Söz gelimi 2007 seçimlerinde Tatlıses İstanbul’dan aday olmuştu ve fakat seçilememişti.
Siyasilerin tamamı halkın içinden gelmiştir. Bu nedenle halka dokunmanın onlarla çay içmek değil, onlara yararlı iş yapmak, onların refahını artıracak öneriler getirmek ve takip etmek olduğunu iyi bilirler. Halk ta olaya bu açıdan bakar.
Türkiye’nin ve halkın teorik takıntılarla, modası geçmiş sloganlarla uğraşacak zamanı kalmadı. Sorun halkın temel değerlerini zedelemeden, bugünkü yoksulluğu, bugünkü yolsuzluğu ve bu günkü terörü ortadan kaldırmak sorunudur. Bu da halka hizmetle olur. Toplumun sorunlarını bunları yaşamış olanlar yani halkın içinden çıkanlar bilir… Bu nedenledir ki artık halk kendine benzeyenleri de geçti doğrudan kendi içinden çıkanları istiyor.
Bizim toplum, Cumhuriyet değerlerini, laik devleti ve demokrasiyi kucağında buldu. Ebetteki İstiklal savaşında bir bedel ödedik. İmparatorluktan, Şahlıktan veya krallıktan Cumhuriyete geçen ülkelerde veya geçmek isteyen ülkeler hala bedel ödüyor. İran’daki rejime cumhuriyet diyemezsiniz. Fransız ihtilali ve cumhuriyete geçmek uzun yıllara ve yıkıcı tahribata mal olmuştur.
2000’li yıllara kadar Türkiye de herkes ve özellikle muhafazakâr kesim dinin, inançların ve mezhepçiliğin siyasete alet edileceğini düşünmemiştir. Bu nedenle din eksenli ve mezhep eksenli siyasi yaklaşımlara, hazırlıksız yakalanmıştır. Belki artık bu tür istismarların yeni yeni farkına varıyorlar.
Din istismarı yapanlar, laikliği ortadan kaldırmak isteyenler, Atatürk düşmanlığı yapanlar, Cumhuriyet yerine ikinci cumhuriyeti kurmak isteyenler, Kürt realitesi diyerek halkın huzurunu bozanlar ve devletin bölünmez bütünlüğünü tehdit edenler, toplumun temel değerlerini çiğnemekte ve milletin altına dinamit koymaktadırlar. Bu gibilerin halkla iletişim dedikleri halkın huzurunu bozmak anlamına geliyor. Yukarıda da belirttiğim gibi siyasi partiler de zaten ister istemez sürekli halkla iletişim içindedir. Kendini halktan farklı gören siyasi yöneticiler de zaten siyasette uzun yaşamaz.