GEMİ SU ALMAYA BAŞLAYINCA…

Ekonomik tablonun iç açıcı olmadığı ortadadır. Bu durumu dolaylı yoldan uzlaşma çağrısı yapan yedi sivil toplum örgütü de açıkladı. Gündemde olması gereken bir konu olduğunu vurguladı.

Dış çevreler de aynı endişe içinde görünüyor. Örneğin Türkiye’de faaliyette bulunan uluslararası aracı kurum Raymond James de aynı ekonomik tablonun bozulduğunu ifade etti. Ne var ki, sorun AKP’nin gizliden gizliye yaymaya çalıştığı, AKP kapatma davasıyla ilgili değil. Sorun ekonominin yanlış yönetilmesi ve küresel süreçte içinin boşaltılmasından ileri geliyor.


 


IMF’nin taşeronu

ABD’de faizler yüzde 2.25 iken, Avrupa’da faizler yüzde 3 iken Türkiye’de faizler yüzde 17 ile yüzde 20 arasında değişiyorsa, bu geminin su alması kaçınılmaz olacaktır. Yine bizim gibi bir ekonomide bir yıllık dış işlemler açığı 48 milyar dolara ulaştıysa, o ülke gelişmiş ülkelerin IMF’nin taşeronu olmaktan kurtulamaz. Bir sanayide işlenmiş ara malı girdi oranı yüzde 69’a çıktıysa, o sanayide ulusal üretimden söz edemezsiniz. Aynı şekilde özel sektör dış borcunun da 150 milyar doları geçmesi de riskin ne kadar arttığını gösterir. Nihayet gerçek işsizlik oranının yüzde 18’e çıkması da işin tuzu-biberi demektir.

Dışarıda bugünkü konjonktürün tam tersine istikrarlı bir konjonktür de olsa, küresel konjonktür uygun da olsa, içeride bugünkü Başbakan’ın tam tersine siyaseti germeyen bir başbakan da olsa, bugünkü tabloya sahip ekonomi uçan kuştan nem kapacaktır.

Ekonomik siyasi ve sosyal olaylar birbirinden ayrılmaz… Ancak Başbakan’ın siyaseti germesinin nedeni ekonomi değildir… Tam tersine siyaset ekonomiyi bugünkü tablo içine soktu.


Kısa vadeli politikalar

HER alanda olduğu gibi ekonomi yönetimini de Başbakan yapıyor.
Siyasi iktidarın bugüne kadar toplumsal yararı, halkın çıkarlarını ve ülkenin çıkarlarını ön planda tutan bir ekonomik yaklaşımı olmadı. Bugünkü ekonomik tabloyu ortaya yapısal sorunları da çözmedi.

Bu noktada parantez içinde söylemek gerekirse, yapısal sorun, yasa çıkarmak – mevzuatı değiştirmek demek değildir. Örneğin reel sektör- finans sektörü arasındaki dengenin bozulması bir yapısal sorundur. Üretimde dışa bağımlı bir ekonomik yapının oluşması, yapısal sorundur.

5 yıl 4 aylık iktidar döneminde Başbakan 2001 yılında Kemal Derviş tarafından yapılan IMF ayaklı kısa vadeli politikaları uyguladı. Bu politikalar, yüksek reel faiz – düşük kur – yüksek dış açıklar – sıcak para ve yüksek dış borç getirdi. Kemal Derviş bile bu politikaların kısa dönemli olduğunu, bugün aynı politikaları uygulamanın yanlış olduğunu söyledi.


Başbakan’ın ekonomik anlayışı

Muhakkak olan Başbakan’ın yapısal sorun nedir? bilmiyor olmasıdır. Bu yapısal sorunların ve bu günkü olumsuz ekonomik tablonun ne getirebileceğini kestiremiyor olmasıdır. Aksi halde önlem almak ihtiyacını duyacaktır.
Kaldı ki, ekonomi yönetimi artık istese de iktisat politikasının birçok aracını kullanamaz. Örneğin faizleri düşürse, sıcak para kaçar. Örneğin kuru artırsa, ara malı ithalatı durur. Üretim durur. Özel sektör dış borç ödeyemez.
MB hedef enflasyon ilan ediyor… Yüzde yüz sapma oluyor… Şimdiye kadar dünyada enflasyon hedeflemesi ilan eden ülkelerde hiçbir zaman gerçekleşen enflasyonda yüz sapma olmamıştır.

MB istediği halde enflasyonu düşüremiyor. Çünkü enflasyon kronikleşti. Yapısal sorunları çözmeden enflasyonu düşürme imkânı kalmadı.


Milleti mahkûm etti…

BUNLARDAN daha da önemlisi, Başbakan’ın bu kısa vadeli, yapısal çözüm üretmeyen politikaları özellikle benimsemiş görünmesidir.

Başbakan’ın yaptıklarından, böyle bir ekonomik yaklaşıma sahip olmasının iki temel ayağı olduğu anlaşılıyor.

1) Belirli siyasi görüşe sahip olanlara devlet kaynaklarından imkân sağlayarak, ülkenin ekonomik altyapısına el koymak,

2) İnsanlara çalışma alanı açmak, iş imkânı yaratmak yerine onları AKP’nin dağıttığı makarnaya muhtaç etmek.

Gemi su almaya başlamıştır. Pompayla suyu boşaltmak sorunu ancak geçici olarak çözer.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir