Gelişmekte olan Asya ve Afrika ülkelerinde, Demokrasi ile İktisadi kalkınma ikiz problemdir. Bu anlamda Güney Amerika’da bir genelleme yapmak zordur. Ancak Asya ve Afrika ülkelerinde bu genellemeyi rahatlıkla yapabiliriz. Asya ve Afrika ülkeleri içinde, Hindistan, Moğolistan, Afrika da demokrasiye yeni geçen Tunus ile birkaç eski Avrupa ülkeleri eski kolonileri dışında, genel olarak gelişmekte olan ülkelerde demokrasi de gelişmemiştir.
Bu ilişkiyi Fredoom house 2016 raporundan görebiliyoruz. (Fredom in The World 2016 )
Hindistan gibi ülkelere istisna deniliyorsa da böyle bir yaklaşım Demokrasiyi çok yüzeysel bakmak anlamında olacaktır. Zira Hindistan’da bu günkü kast sistemini olduğu sürece ve bu sistemi Hindistan halkı benimsemiş olsa da söz konusu sitem demokrasinin özüne ve insan özgürlüğüne tamamıyla aykırıdır.
Moğolistanda fert başına nominal gelir düşük, 4 bin 353 dolardır. Ancak bu 1990 da Sovyetlerden ayrılan ülke demokrasi yolunda ileri adımlar atmaktadır.
Anayasa değiştirilerek Parlamenter sistemi kabul edildi. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor. Yine de bu gün insan hakları ve demokratik özgürlükler açısından özgür ülke statüsünde olmakla birlikte, bunları Şimdiye kadar iktidarda olan Moğolistan Devrimci Halk Partisi’nin iyi niyeti ile tepeden inme yapıldı.. Komünizm’den çıkan bir ülke olduğu için halkın demokrasi geleneği ve kültürü yoktur.
Demokrasi ve özgürlük insan doğasında mevcuttur.
Thomas Jefferson, Amerika Birleşik Devletleri üçüncü başkanıdır. Çok sayıda zenci kölesi olduğu bilinir.
Ancak kendisi Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin asıl yazarıdır. Bu bildirgede insan hakları da ağırlıklı olarak yer almaktadır.
Jefferson, ”Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir, bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır…” diyor ve bu düşüncesini ”Bize can veren Tanrı, özgürlüğümüzü de verdi’‘ cümlesi ile veciz bir şekilde açıklıyor.
Aslında tarihi boyunca insan hakları ve demokratik özgürlükler için mücadele vermiş tüm ülkelerde bu haklar halk hareketleri yoluyla halk tarafından söke söke alınmış ve bu nedenle ağır bedeller ödenmiştir.
Avrupa’da insan hakları ve özgürlükler savaşı, bin yıllar sürdü… İngiltere’de Londra halkının da desteği ile baronlar ayaklandı ve 1215 yılında Krala Magna Carta’yı (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) imzalattılar. Bu yolla baronlar yanında bir kısım uyruklar için de özgürlük verildi. Bu mücadele orada kalmadı, İngiliz halkının özgürlük mücadelesi, 474 yıl sürdü. 1689’da ”İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi” yayınlandı. İngiltere’de insan bedeninin başkasına ait değil, insanın kendisine ait olduğu tescil edilmiş oldu.
Almanya’da da Alman köylüler, 1525 yılında ”Köylülerin 12 maddesi” adını taşıyan dilekçe ile asillerden, gasp edilmiş haklarının önemli bir kısmını aldılar.
Biz ise Kurtuluş Savaşı sonrası, Atatürk’ün gerçekleştirdiği Cumhuriyet, demokrasiye gidiş yolunu ve devrimleri kucağımızda bulduk. Bedel ödemediğimiz için insan hakları ve demokratik özgürlükler konusunda, Avrupalılar ve Amerikalılar kadar hassas olamıyoruz.
Türkiye’nin gölge düşman yaratmadan, demokrasinin bütün kurallarını uygularsa, kuvvetler ayrılığı konusunda daha hassas olursak , birlik ve beraberlik içinde, demokrasi ve kalkınma ikiz problemini çözebiliriz.
Bu yolu siyasette, siyaseti kendi amaçlari ve ideolojisi için kullanmak isteyenler çıkarsa, engelleyebilir. Ya da dış müdahalelere açık olursa ülke, engellenebilir. Böyle bir dış müdahale şüphesi var. Maalesef, kimin ve hangi ülkenin iç işlerimize ve nasıl müdahale ettiği açık değil. Ancak başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, siyasi iktidar kanadı bu sorunu sık sık gündeme getirdiğine göre bir müdahale olduğu anlaşılıyor.
Atatürk ‘ün sözü işi özetliyor: ”Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır.