Türkiye, kamu kesimi finansman açıklarını, 1970’lı yıllardan başlayan ve 1997 yılına kadar geçen zaman içinde, açık finansman yoluyla kapattı…
Açık Finansman, kısaca Merkez bankasının karşılıksız para basarak hazineye vermesidir…
1986 Yılından sonra, kamu açıkları o kadar arttı ki, bu açıklarla baş etmek, yalnızca para basılarak ta mümkün olmadı… Veya bu kadar para basılmasının felaket getirebileceği hesaplandı… Bu defa devlet daha hızlı bir şekilde borçlanmaya başladı…
Açıkların tırmanmasına, 24 ocak 1980‘de başlayan dışa açık piyasa ekonomisinin yanlış anlaşılması neden oldu… Aşırı vergi indirimi yapıldı… Vergi gelirleri azaldı… Finansman sıkıntısı ortaya çıktı.
Bu gün literatürde “Kamu açıklarının açık finansman yoluyla mı yoksa kamu borçlanmasıyla mı kapatılması daha az sosyal maliyet getirir” sorusu tartışılmaktadır.
Türkiye açık finansmanın enflasyon olarak cezasını çekti… Ancak aynı zamanda kamu borçlanmasının da ekonomik ve sosyal maliyetleri ağır oldu…
EMME- BASMA TULUMBA
Özellikle halkın fakirleşmesinde ve gelir dağılımının aşırı bozulmasında kamu borçları etkili oldu.
Bu gün bütçenin dörtte biri faize gidiyor. Türkiye devlet borcuna en yüksek faiz veren ülkelerin başında geliyor. Sıcak para kaçar korkusuyla Merkez Bankası faizleri yüksek tutuyor. Dünyada reel faiz oranı yüzde 3’ü geçmezken bizde halen yüzde 8-yüzde 9 dolayındadır.
Hazine bonosu ve devlet tahvili alanların sayısı üç – beş bini geçmiyor. Devlete borç verip yüksek faiz alanlar daha da zenginleşti…
Üç beş bin kişiye verilen yüksek reel faizleri fakir- fukara ödüyor. Toplam vergi gelirlerinin halen yüzde 71’i, dolaylı vergilerden oluşmaktadır… Başka bir ifade ile zengin ve fakirin aynı oranda ödedikleri KDV-ÖTV gibi tüketim vergilerinden oluşmaktadır… Bu demektir ki, vergilerin çoğunu fakir- fukara veriyor.
Özet olarak Devlet, fakirden vergi toplayıp zengine faiz olarak ödeyince, fakirden zengine gelir transfer etmiş oluyor…
Bu süreç yıllarca emme – basma tulumba gibi çalıştı…
HÜKÜMET KAMUSAL FAYDAYI KOLLAMIYOR
AKP yalnızca vergi- faiz yoluyla değil , özelleştirme ile de fakirden alıp – zengine ve yabancıya veriyor.
Örneğin , et- balık kurumları milletin ortak malıydı. Bu kurumlar üreticiden normal fiyatına aldığı et ve balık gibi ürünleri , tüketiciye kar koymadan satıyordu. Bu yolla hem üreticinin geliri artıyordu …. Hem de tüketici daha ucuz ve kaliteli gıda yiyebiliyordu.
Et- balık kurumları özelleşince , bu işten tüketici zarar gördü. Daha pahalı mal alıyor. Kalitede artış olmadı. Buna karşılık bir çok işçi , işsiz kaldı.
Üstelik bu kurumları alanlar , yalnızca arsalarını on katı fiyata sattılar. Yani AKP iktidarı fakir- fukaranın malını , birkaç kişiye peşkeş çekmiş oldu.
Çözüm AKP iktidarının değişmesidir. Uygulamalar şunu gösteriyor… AKP milletin malını elinden alıp , özelleştirme yoluyla peşkeş çekiyor. Halk malından oluyor. Buna karşılık aynı halka , ekmek- kömür dağıtıyor.
AKP’nin yönetim anlayışında kamu yararını , halkın menfaatlerini gözetme yaklaşımından uzaktır. Bu anlayış değişmez. Eğer halk kendi malına sahip çıkmak istiyorsa , önce iktidarı değiştirmelidir.