EĞİTİM GELECEĞİMİZDİR

Bundan elli sene önce eğitim konusunda herkesin mutabık olduğu bir anlayış vardı: ”Türkiye’nin ara elemana ihtiyacı var… Lise seviyesinde meslek okullarının ve teknik okulların sayısı artırılmalıdır. Bu yolla hem açığı olan ara eleman sağlanmış olur, hem de üniversiteler önündeki birikim önlenmiş olur.”

Bunun için Almanya’daki eğitim sistemi de örnek verilirdi. Ne var ki 1980 darbesinden sonra darbe yönetimi yüksek öğrenimi düzenleme yetkisini rahmetli Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya verdi. Doğramacı vakıf üniversitelerini Anayasaya koydurdu. YÖK’ü düzenledi. Kendi üniversitesini kurdu. Rahmetli Evren de popülist davranarak İmam Hatiplere ağırlık verdi. Böylece 1970’lerdeki ideal eğitim yaklaşımı rafa kaldırıldı. 

 

 

 

Bugün olanları da hepimiz biliyoruz.

Giriş sınavlarında devlet üniversitelerine giremeyenler, vakıf üniversitelerinin yetenek sınavına giriyor… Ne var ki vakıf üniversitelerinin eğitim ücretleri, çiftçi, memur ve işçilerin kaldıracağı boyutta değil. Aslında bu kesim geçimini zor sağlarken eğitime para nasıl para ayıracak?

Yüksek öğrenimin hem eğitim alana, hem de topluma giden faydası olduğundan, piyasa malı gibi serbest bırakılması, ekonomide kaynak israfına yol açıyor.

Bu anlamda vakıf üniversiteleri, sosyal faydayı kollamaz. Eğitimi bir işletme olarak yaptıkları için, kendi kârlarını ve vakfı kurana faydasını maksimize etmeye çalışırlar. Zira Anayasada öngörülen vakıflarla, yüksek öğrenim kuran vakıflar farklıdır. Bazı vakıflar topluma mal olmuştur. Kâr amacı düşünmezler. Yani Anayasanın vakıf tarifine uyarlar. Buna karşılık vakıf üniversitelerinin çoğu, ticari amaçla kuruluyor. Önce vakıf kuruluyor. Sonra kanun geçiyor. Üniversitenin inşaatlarını, diğer işlerini vakfı kuranların şirketleri üstleniyor. Bu yolla üniversitenin gelirleri ve kârı önemli ölçüde vakfı kuranın özel şirketlerine transfer edilmiş oluyor.

Gelişmekte olan bir ülke olduğumuz için, yüksek öğrenime ideolojik ve kâr motifi dışında bakmak zorundayız. Eğitimde etkinliği sağlamak ve en yüksek verimi almak zorundayız.

1) Yüksek öğrenimin sosyal faydası var. Çünkü yüksek öğrenim toplumda yatay ve dikey mobilite sağlar. Örneğin fakirin çocuğu yüksek öğrenim yaparak daha yüksek gelir sağlar. Veya işçinin çocuğu yönetici olur. Yine, farklı eğitim yaparak, avukatın çocuğu mühendis olur. Eğer eğitim paralı olursa, yalnızca parası olanlar okur… Toplumda ‘kast’laşma meydana gelir.,.

Eğitimin paralı yapılıp, buna karşılık burs verilmesi, burs alanı rencide eder… Okul içinde farklı gruplaşmalara neden olur. Kaldı ki bu sistemin çalışmayacağı, istismar edileceği ve siyasi faktörlerin etkisi altında kalacağı da  yaşanan deneyimlerden ortadadır.

2) Eğitimde en yüksek verimi alabilmek için, eğitilecek olanlar en geniş tabandan ve en yetenekli olanlardan seçilmelidir. En yetenekli olanları eğitmekle eğitimde verimlilik artar. Bu takdirde ekonomide de verimlilik artar. Eğitim paralı olursa, bu imkânı sağlamak mümkün olmaz.

3) Eğitimi piyasa şartlarına bırakmak ekonomide iş gücü planlaması yapılmasını engeller. Söz gelimi vakıf üniversiteleri alt yapı maliyeti daha düşük fakülteleri seçerler. Veya talep olan fakülteleri seçerler. 

Sonuç: Türkiye gibi gelişme yolunda olan bir ülkede yüksek öğrenimin devlet tarafından sunulması ve parasız olması gerekiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir