Dün bu köşede, IMF’nin raporundan söz etmiş ve bu rapora göre eğer uluslararası sermaye hareketlerinde ani bir durma olursa, dünyada bundan en fazla zarar görecek ülkenin Türkiye olacağının altını çizmiştik.
Bu gibi uluslararası kurumların Türkiye ile ilgili tespitleri, Türkiye’ye gelecek yabancı sermayeyi ürkütüyor. Raiting kurumlarını etkiliyor. İki yıl önce de ABD Merkez Bankası FED, Türkiye’yi en kırılgan ülke olarak ilan etmişti. Bu tespitten sonra kırılganlık daha da arttı.
Uluslararası kurumların bu tür tespitleri, Türkiye’ye gelen yabancı sermaye açısından da olumsuz beklentiler yaratıyor. Türkiye’nin mevcut döviz sorununu daha da tırmandırıyor.
Dış etkiler olmasa da, erken seçim halinde ekonomide bugüne kadar yaşamadığımız sıkıntıların yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
Güven endeksleri, üreticinin ve tüketicinin barometresidir…
Türkiye İstatistik Enstitüsü (TÜİK) ‘in açıkladığı Temmuz ayı güven endeksine göre, Tüketici Güven Endeksi yüzde 64.7 ‘ye geriledi.
Güven endekslerinde “100” güven sınırını gösteriyor. Yüzün altı güvensizliği, üstü ise güveni gösteriyor.
Tüketici güven endeksi alt kalemlerinde yer alan, tüketicinin önümüzdeki 12 ay için genel ekonomik durum beklentisi yüzde 5.8 oranında gerilemiş. Yine 12 ay içinde işsiz sayısı beklentisi eksi 7.2 olmuş, yani tüketici işsiz sayısının artacağını bekliyor.
Temmuz ayında reel sektörde de güven bunalımı olduğu görülüyor.. Reel sektör içinde inşaat sektörü, sürükleyici ve istihdam yaratan bir sektördür. Kullandığı aramalı ve hammadde yerlidir. En az ithal aramalı kullanan sektördür. İnşaat sektöründe de mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış güven endeksi yüzde 2.8 oranında düşerek yüzde 82.3’e geriledi.
Hizmet sektörü de güven sınırına yüzde 100.7 ‘ye geldi. 2012 yılında hizmet sektöründe güven endeksi yüzde 107.8 idi.
Üreticinin ve tüketicinin olumsuz beklentileri, anarşi ve terör ile birlikte, ekonominin iç dinamiklerinin zayıflamasına neden olur ve ekonomik krizi hızlandırır. Borsanın düşmesi ve kurun artması da, bir yerden sonra paniğe neden olur.
Tek sorumlu siyasi partilerdir. Fırtına öncesi siyasi partiler, siyasi hesaplardan arınarak, ülkenin geleceğini düşünmelidirler.
Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı, Hükümetin kurulmasında siyasi hesaplardan uzak durmalıdır.
Ekonomiyi çıkmaza soktuğu için ve sorumlu olduğu halde tek başına AKP hükümeti bu krizden çıkmamızı sağlayamaz. AKP’nin parlamenter sistemden sapmadan, Cumhurbaşkanına tabi olmadan koalisyon görüşmelerine yaklaşması gerekir.
CHP’ de Kılıçdaroğlu , ‘’Parti çıkarı değil, ülke çıkarı önemlidir ‘’ diyor. En doğru yaklaşım budur. CHP bu doğrunun gereğini yapmalı ve kırmızıçizgilerinden geçici de olsa fedakârlık etmelidir.
Milletvekilleri de partilerine destek vermelidir. Söz gelimi CHP’den istifa eden bir milletvekiline bu toplum, “Bu dar günde neden istifa ettin? CHP yanlışsa iki ay önce neden aday oldun?” diye sormaz mı?
Sonuç şudur: AKP–CHP koalisyonunu ehveni şer olarak görenler olsa da, geminin tamamen batmasından daha iyidir.