Eski çağlardan beri, hangi din ve inanışa mensup olursa olsunlar, din adamları rühanı dünya yanında aynı zamanda devlet yönetiminde de etkili oluyor ve Din adamları dini kullanarak devlet yönetimine entrikalar yapıyor, krala ve yönetime müdahale ediyorlardı.
Laikliğin temel felsefesi, 16.yüzyılda İtalyada başlayan Rönans ve reform hareketleri ile oluştu. Sanatta ve edebiyatta kilisenin hakimiyetinden kurtularak, antik roma ve Yunan dününcesi ile realite ‘ye yöneldi.
Laik devlet düzeninde, anayasalar ve yasalarla, dinsel özgürlükler de garanti edilmiştir. .Kamusal fonların tek bir din veya mezhep için kullanılması engellenmiştir… Eğitim sitemi dinsel anlayışlardan bağımsızdır. Dinin ve inançların siyasi bir araç olarak kullanılması ve dinin siyasi arenanın dışında tutulması da aynı yasalarla garanti edilmiştir.
Genel prensipleri böyle olmakla birlikte, biz dahil dünyada lâik olarak tanımlanan ülkelerde uygulamada farklı yorumlar ve eleştiriler yapılmıştır.
İslam’da Laiklik, siyasi İslam, krallar, emirler ve gerici düşünce akımları tarafından sürekli istismar edilmiş ve Din düşmanlığı olarak topluma lanse edilmek istenmiştir.
Gerçekte ise, tarif gereği Laiklik dinin özgürleştirilmesidir. Devleti ve Hukuku dinsel referanslardan arındırmaktır.
Ortaçağ Avrupa’sında ve Osmanlı’da yaşam ve hukuki ilişkiler de, din faktörü toplumun ve devletin bekasında jandarma rolünde kalmıştır. İran örneğinde olduğu gibi bir bakıma devletin yerini almıştır.
Devlet imkanlarını engelsiz kullanmak isteyen yöneticiler tarih boyunca, laikliğe cephe almıştır. Ali Fuat Başgil, Din ve Laiklik isimli kitabında,
’’Bir din için en büyük tehlike, hadimlerinin memurlaşması kürk ve saltanat hırsına düşmesidir.’’ diyor.
Kamuoyu açısından bakarsak, 2014-2017 son üç senedir dünyanın yaşamakta olduğu DEAŞ terörü, İslam devleti ve şeriat düzeni kurma mücadelesidir. Siyasi İslam’ın ağırlaştırılmış şeklidir. Radikal Siyasi İslam, her yerde ve her zaman toplumu ikiye bölmüştür. Bir kısım insanlar kayıtsız şartsız İslami kuralları isterken, bir kısım insanlar tersine dinden soğumuştur. Kaldı ki yalnızca Şerait devleti kurmak isteyenler değil, hangi rejim olursa olsun, Dini siyasette kullanmanın da toplumu böleceği ve dini günlük tartışmalar içine çekmenin dini hassasiyete zarar vereceği, inancın zayıflamasına neden olacağı açıktır.
Din adamlarının politikayı yönetmeye kalkmasının en büyük zararını Fetö terörü nedeniyle Tükiye görmüştür.
Dünyada Maldivler gibi küçük bazı devletler hariç, laik olmayan 18 devlet var… Bunların 17’si İslam ülkesidir.
Dini siyasette kullanan siyasi İslam’a izin veren veya bunlara imkan tanıyan ülkeler sonunda şerait devletine dönüşüyor. Daha önce laik devletler olan Pakistan, Bangladeş, İran, Irak ve Madagaskar şimdi laik devletler değildirler.
Siyasi İslam anlayışı sonuçta Laikliği ortadan kaldırmakta ve Laikliğin olmadığı zeminlerde ancak tutunmaktadır. Ali Fuat Başgil, aynı kitabında siyasi taassubun, dini taassuptan daha kindar, zalim ve yıkıcı olduğunu, söylüyor. ‘’ Çünkü, dini taassupta çok kere hasbilik (gönüllülük )hakim olduğu halde, siyasi taassupta hemen daima şahsi fayda, his ve hırs hakimdir. ‘’ diyor ve devam ediyor :‘’Hem dini, hem de siyasi taassuba karşı korumak için alınacak tedbir tek kelime ile Laikliktir. ‘’
Özet olarak, Dine dayalı bir devlet düzeni bizzat dine de zarar veriyor. Bundan tek yarar sağlayanlar, diktatörler ve krallar ve İslam’ı kendi siyasi çıkarları için kullanan partiler ve parti liderleri oluyor. Kaybeden ise halk oluyor.