DÜNYA DİKTATÖRLERİ AFFETMİYOR

Dünya Demokrasi konusunda hassas bir konjonktüre girdi. Son 20 yıldan beri birçok ülkede yaşanan kötü deneyimler, toplumları demokrasiye karşı daha hassas kıldı. Orta doğunun dikta rejimleri yıkıldı. Hugo Chavez 1998’de başkan seçildi. Yoğun popülizm yaptı. Venezuela ‘ya bir defa hakim olduktan sonra , dikta rejimin devam ettirmek için Muhalefeti ve  basını susturdu. 1.5 milyon insan ülkeden kaçtı. Bu gün Venezuela’ da ekonomi çökmüş ve  halk sıkıntı içinde kalmıştır.

 

Fransa’da Ulusal Cephe (FN) lideri Le Pen 11 milyon oy aldı ve fakat babasından daha ılımlı olduğunu gösterdi.  Önümüzdeki genel seçimler öncesi parti içinde büyük bir “dönüşüme” gideceklerini açıkladı.

 

Rusya’da Putin de popülizm yaparak, halkın milli duygularını okşayarak iktidarda kalıyor ve fakat petrol ve doğalgaz gelirlerine rağmen Rusya hala gelişmekte olan bir ülke statüsündedir. Halk bir yerde popülizmin eziyete dönüştüğünü görecek ve Rusya demokrasiye geçecektir.

 

 

 

Aslında, İnsanlık tarihine dikkatli bakarsak, demokrasi konusunda çelişkili sonuçlar çıkarabiliriz… İnsanlığın doğasında demokrasi ve özgürlük mü var, yoksa bir kişiye, bir simgeye veya bir inanca biat etmek mi var? Eğer insanın doğasında demokrasi ve özgürlük yoksa neden İnsanlık tarihi demokrasi mücadelesi vermiş ve bedel ödemiştir. Ve bin yıllar süren bir demokrasi mücadelesinden sonra neden ve nasıl oluyor da, Hitler, Mussolini, Saddam, Cahevez ve bu gün orta doğuda hakim diktatörler ortaya çıkabiliyor? 

 

Biat kültürü sonradan dinlerin ve din tacirlerinin insanları sömürmek ve kullanmak için, devlete ve yönetime hakim olmak için, dünya nimetlerine daha çok sahip olabilmek için, önce ortaçağ bitinceye kadar Hristiyanlığın sonra ve hatta şimdi siyasi İslam’ın yarattığı ve empoze ettiği, İnsanın insanı sömürmesi için bir düzenek, bir tuzaktır.

 

Dini bir tuzak olarak kullananlar, insanların manevi duygularını istismar ederek, siyasette popülizm yaparak sonuca gidiyorlar. Zira dini inanç insanlığın var oluşundan beri vardır. Tek tanrılı dinlerden öncede İnsanlar her zaman bir inanca, bir simgeye bağlı olmak ihtiyacını duymuştur. Bunun içindi ki, dürüst olmayanlar siyasi arenada bu değerleri kullanarak, din istismarı yaparak, popülizm yaparak, insanların idrakının kilitlemiştir.

 

Hitler de Milli değerleri olduğundan fazla öne çıkarak, popülizm yapmış ve Alman halkının idrakini kilitlemiştir. Daha önemli sorun, bu değerleri kötüye kullanarak bir defa seçilmiş olanların geri adım atması da mümkün olmayacaktır. Bu sonuç tüm Dünyada özet olarak ‘’ Diktatörler seçim kaybetmez ‘’ şeklinde yorumlanmıştır.

 

Diktatörler her seçimde giderek daha fazla popülizm ile ve Devletin imkanlarını da sonuna kadar kullanarak bu düzeneği kurup, devam ettirebiliyorlar. Kaybedeceklerini anlarlarsa, tüm devlet imkanlarını ve bürokratlarını kullanarak seçim hilesi yapıyorlar.

 

Tarihe dönersek, İnsanlığın her alanda istimarı karşısında, insanlar da tarih boyunca insan hakları ve demokratik özgürlükler için mücadele vermiş tüm ülkelerde bu haklar halk hareketleri yoluyla halk tarafından mücadele sonucu elde edilmiş bu nedenle ağır bedeller ödenmiştir.

 

Thomas Jefferson (13 Nisan 1743-4 Temmuz 1826), Amerika Birleşik Devletleri üçüncü başkanıdır. Çok sayıda zenci kölesi olduğu bilinir. Ancak kendisi Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin asıl yazarıdır. Bu bildirgede insan hakları da ağırlıklı olarak yer almaktadır.

Jefferson, ”Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir, bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır…” diyor ve bu düşüncesini ”Bize can veren Tanrı, özgürlüğümüzü de verdi” cümlesi ile veciz bir şekilde açıklıyor.

Avrupa’da insan hakları ve özgürlükler savaşı, bin yıllar sürdü… İngiltere’de Londra halkının da desteği ile baronlar ayaklandı ve 1215 yılında Krala Magna Carta’yı (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) imzalattılar. Bu yolla baronlar yanında bir kısım uyruklar için de özgürlük verildi. Bu mücadele orada kalmadı, İngiliz halkının özgürlük mücadelesi, 474 yıl sürdü. 1689’da ”İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi’ ‘yayınlandı. İngiltere’de insan bedeninin başkasına ait değil, insanın kendisine ait olduğu tescil edilmiş oldu.

Almanya’da da Alman köylüler, 1525 yılında ”Köylülerin 12 maddesi” adını taşıyan dilekçe ile asillerden, gasp edilmiş haklarının önemli bir kısmını aldılar.

İnsanlık tarihi, özgürlük ve demokrasi için mücadele verirken, büyük bedeller ödemiştir.  1989 Fransız devriminin toplumsal maliyeti yüksek olmuştur ve fakat demokrasinin yolunu açmakta faydası da bir o kadar yüksek olmuştur.

Sonuç olarak, Bu günün dünyası tek dünya oldu. Bir ülkenin otokrasiye gitmesi, bütün insanlığı rahatsız ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir