DOLARIN AKİBETİ (II)

Cuma günü bu köşede dolar kurunun neden bu kadar hızlı artığını belirtmiştim.  Bugün de öne çıkan ikinci sorumuz olan kur artışının ekonomik ve sosyal etkilerini değerlendireceğim.

2013 yılına kadar TL aşırı değerli idi ve kendi parasının aşırı değerli olmasından övünen yalnız bizim ekonomi yönetimimizdi.  2004 ve sonraki yıllarda TL’nin aşırı değerli olması (2008 Ocak ayında yüzde 28 oranında değerli idi ) nedeniyle yüksek cari açıklar vermeye başladık.

 

 

Son iki yıldır ise durum değişti. Dolar kuru önce denge kuruna geldi. Sonra değer kazandı. Doların 3 lira olduğu Perşembe günü reel kur endeksi; Ağustos enflasyonu ve kur sepetindeki değişmeyi ihmal edersek; yaklaşık 89.71 oldu. Yani Dolar yüzde 10 daha değerli oldu. Cuma günkü 2.92 kuruna göre de Dolar yüzde 7.8 oranında daha değerli idi.

 2001 yılından beri Dolar bu kadar değerli olmadı.

Aslında, Doların değerli olması, tersine TL’nin değer kaybetmesi ülkenin dış rekabet gücünü artırır. Zira ihracatçı bir dolara sattığı maldan daha yüksek TL elde eder veya malını bir Dolar yerine 80 cent’e satarak rekabet gücünü artırır. İhracat artar. Tersine, ithalat yerli üretimden daha pahalı olacağı için, ithalat düşer. Cari açık sorunu olmaz.

Çin cari fazla vermesine rağmen, cari fazlam düşmesin endişesi ile devalüasyon yaptı.  Kur savaşları dediğimiz ülkelerin milli paralarını düşük tutma endişesi de bu nedenle ortaya çıktı.

Türkiye’de kur artışı ihracatta aynı etkiyi göstermedi.

İhracatçılar Meclisi Başkanının daha önceki yıllarda açıkladığı gibi, ihracat malı içinde yüzde 80 oranında ithal girdi payı var. Kur artışı ancak yüzde 20 oranında ihracatı destekliyor. Ayrıca dış siyasi ilişkilerde bozulma da ihracatı köstekliyor.

Öte yandan kur artışı Türkiye’de aynı parayla daha çok hizmet alacağı için gelen turist sayısını da artırmaya başlamıştır… Ne var ki bu sene terör ve Suriye sorunu gibi nedenlerle düşmeye başladı.

Kur artışının, doların aşırı değerli olmasının zararları da var.  En önemli sorun ülkenin dış borçlarıdır. Kur artışı özellikle kısa vadeli dış borçların yükünü artırıyor. Türkiye de bir yıldan kısa vadeli dış borç stokuna yıllık cari açığı da eklemek gerekir.

Sanayi üretiminde ithal aramalı ve hammadde girdi payı yüzde 50 ile yüzde 70 arasında değişiyor. Kur artışı üretim maliyetlerini artırıyor. Bu şartlarda sanayici ortaya çıkan bu maliyet artışını ya ücretleri düşürüp geriye yansıtacak… Ya da ileri fiyatlara yansıtacak. Aksi halde iflas edecektir.

Sözleşmeli olması nedeniyle, ayrıca zaten çoğu asgari ücretle çalıştığı için işçi ücretlerini düşürmek mümkün değil.  Buna karşılık, piyasada tam rekabet şartları olmadığı için, oligopol piyasalar ve ikili ekonomik yapı olduğundan sanayici üretim maliyetlerini ileriye, yani perakende fiyatlara yansıtabilecektir; ki bu durumda TÜFE oranı artacaktır.

Türkiye’de ÜFE artışları, bir –iki ay sonra TÜFE’ ye yansımaktadır.

Kur ve maliyet artışından bazen sanayici daha da kazançlı çıkmaktadır. Önceleri daha düşük maliyetle ürettiği malları da son fiyattan satmaktadır. Ancak, sanayiciyi zorlayan dış kredileri ve önceki ithalat borçları olacaktır. Açık pozisyonu nedeni ile TL cinsinden ortaya çıkan borç yükündeki artış olacaktır.

Kur artışının, ithalat fiyatlarını artırması, akaryakıt, elektrik ve doğalgaz fiyatlarını da artıracaktır.

Kur artışını karşı,  kısa dönemde Merkez Bankasının, döviz satarak, TL faizlerini az 5 puan artırarak ve tek faiz uygulamasına giderek önlem alması gerekir.  

Orta dönemde, bir geçiş süreci içinde, dalgalı kur politikasından kontrollü kur politikasına geçmek gerekir.

Orta ve uzun dönemde, iktisat politikalarını koordineli yürütecek bir planlama yapmak gerekir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir