2014 yılında da tahmin edilen cari açık 52.8 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Demek ki 2014 yılında da dış borçlarımız artamaya devam edecektir. Çünkü Cari açığın nihai finansman yolu dış borçlanmadır.
Türkiye’nin 2002 yılında 129,6 milyar dolar olan dış borcu, 2013 yılı sonunda 372.6 milyar dolara yükseldi. Aynı tarihler itibariyle özel sektörün dış borcu da, 43 milyar dolardan 255,3 milyar dolara yükseldi. 2013 sonunda bir yıl ve daha kısa vadeli dış borç stoku da 130 milyar dolardır.
Bu durumda dış borçlar Türkiye için önemli bir sorundur.. Çünkü:
-
Dış borç yükü dış borçların GSYH’ ya oranı şeklinde gösteriliyor. Ancak bu gösterge tek başına dış borç yükünün ne kadar ağır olup olmadığını göstermez. Ayrıca bir ekonominin döviz kazanma potansiyeli de önemlidir. Çünkü, ödeme kapasitesi döviz kazanma potansiyeline bağlıdır. Bu günkü politikalarla Türkiye’nin döviz kazanma potansiyeli düşüktür.
-
Kur artışı kısa vadeli dış borç yükünü artırdı. Türkiye’nin kırılgan ülke ilan edilmesi de bu borçları çevirmek için yeni kısa vadeli dış borç bulmayı zorlaştırdı.
-
Kamu veya özel sektör, Dış borç aldığında ülkeye kaynak girişi olur. Anapara ve faiz ödediğinde ise kaynak çıkışı olur. Borç stokunun yüksek olması her yıl daha fazla faiz çıkışı demektir. Ayrıca aldığımız dış borçtan daha fazla dış borç anaparası ödediğimizde, net kaynak çıkışı artacaktır. Türkiye’den dış borç anapara, dış borç faizi çıkışı ve yabancı sermayenin kar transferi gibi toplam kaynak çıkışının GSYH ‘ya oranı, büyüme oranından daha yüksek olursa, fakirleşme başlayacaktır.
2014 yılı siyasette ve ekonomide, 2002 yılından beri biriken negatif enerjinin boşalmaya başladığı bir yıl oluyor. Meşakkatli ve riskli bir yıl olacağı açıktır. Bu yılı kazasız belasız atlatmak, Türkiye’nin geleceği açısından önemlidir.
İçeride biriken negatif enerji, yönetimde otokrasi eğilimi, demokrasi ve insan haklarını da sınırlayan yasaların üst üste çıkarılması ve yolsuzluk tartışmaları olarak yansıdı. Bu sorunlar dış politikada yapılan yanlışlarla birleşince, tüm dünya siyasi iktidarın karşısında yer aldı. ABD, Avrupa Birliğinde, kurumların tepkisi, uluslararası kuruluşların ve medyanın yorumları ile içeride cari açık ve dış borçların sürdürülemez liginin anlaşılması, ekonomiyi dünyanın en kırılgan ekonomisi yaptı.
Sonuç olarak, 2014 yılında ülke bütünlüğü devam ettirmek, siyasi ve ekonomik istikrarı sağlamak her zamankinden daha önemli bir meselemiz oldu.
Siyasetin böyle gitmeyeceği açıktır… Ancak ekonomi de böyle gitmeyecektir. Ekonomide 10 yıldır devam eden günü kurtarma politikaları tamamıyla rafa kaldırılmalıdır. Yerine, global dünyaya uyumlu ve fakat ülke çıkarlarını ön planda tutan, ‘’ulusal iktisat politikaları’’ uygulanmalıdır.
Tam rekabet şartları yalnızca bir idealdir. Önemli olan, bu şartlara ne kadar yaklaşıldığıdır. Rekabet şartlarının iyileşmesi, spekülatif piyasaların ve spekülatif faaliyetlerin önlenmesi, ülke riskinin azalması ve sonuçta yatırım eğilimin artması için öncelikli bir hedef olmalıdır. Eğer böyle olsaydı, Türkiye ABD Merkez bankası FED tarafından Dünyanın en kırılgan ülkesi ilan edilmezdi.
Planlama, yatırım projelerine yol gösterir, beklentileri olumlu etkiler ve istikrar unsuru olarak algılandığı için ülke riskini düşürür. Buna rağmen Bu hükümetin Planlamayı neden kaldırdığı anlaşılır gibi değil. Yerine getirilen üç yıllık programlar ise iktisatla dalga geçercesine gayri ciddi bir programdır.
Yeni plan bir ‘’yapısal dönüşüm planı ‘’planı olmalıdır. Özelliklerine gelince:
Ekonomik ve sosyal gelişmeyi öngören bir ‘’ekonomik ve sosyal gelişme planı ‘’ olmalıdır. Bu günkü spekülatif piyasa yapısını ve rant ekonomisini önleyecek politikaları içermelidir. Yalnızca slogan düzeyinde hedefler değil, inandırıcı olması ve güven vermesi için bu hedeflerin nasıl gerçekleşeceği de aynı planda yer almalıdır.