DIŞ AÇIKTA BİLGİ KİRLİLİĞİ

Nisan ayında, geçen yılın aynı ayına göre ithalat yüzde 40.2, ihracat ise yüzde 26.5 arttı. Nisan ayında meydana gelen dış ticaret açığı 2010 yılında 5.5 milyar dolar iken bu sene 9.1 milyar dolara çıktı… Yani aylık dış ticaret açığı yüzde 65 oranında arttı…

 

 

 

Ocak-Nisan 4 aylık dış ticaret açığı 33.7 milyar dolar oldu. Böyle giderse bu sene dış ticaret açığı 100 milyar doları, cari işlemler dış açığı da 70 milyar doları bulur.

 

Nisan ayında, ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 62.9’dan, yüzde 56.8’e geriledi… Yani Türkiye 100 dolarlık ithalata karşı yalnızca 56.8 milyar dolarlık ihracat yaptı.

 

Türkiye’ de dış ticaret açığı ve cari açık konusunda sağırlar diyaloğu var.

 

Hükümet kanadına göre cari açığı iç talep artışı yaratıyor. Merkez bankası da “iç talep enflasyon için risk oluşturacak kadar yüksek değil” diyor.

 

İç talebin yüksek olduğu otomotiv sektörü de ithalata dayanıyor. İçeride satılan veya ihraç edilen araçların üretiminde kullanılan girdilerin yüzde 70’ten fazlası ithal girdidir. 

 

Sanayi üretiminde kullanılan ithal hammadde ve aramalı oranı da yüzde 70’tir.

 

Kısaca, AKP iktidarında Türkiye ithal aramalı ve hammaddeye dayanan bir üretim sürecine girdi. Bu süreç yalnızca cari açık yaratmıyor. Aynı zamanda işsizlikte yaratıyor. Zira eğer ithal ettiğimiz aramalı ve hammaddeyi içerde üretseydik, istihdam yaratmış olurduk. Şimdi bu malları ithal ettiğimiz ülkelerde istihdam yaratmış oluyoruz.

 

Bu nedenle, sorun yalnızca cari açık değil… Daha önemlisi ithalata dayalı bir üretimde ortaya çıkan yüksek işsizliktir.

Kurlar düşük kaldığı sürece bu açıklar devam edecektir. Zira düşük kur, ithalatın iç üretime göre daha düşük kalması demektir.

İhracatında yine yüzde 70’i ithalata dayandığı için, ihracatçı da düşük kurdan şikayet etmiyor.

 

Cari açığın maliyeti, topluma yayıldığı için de kimse işin farkında değil… Ancak cari açık yoluyla dışarıya kaynak çıkışı, Türkiye’ nin servetinin azalmasına ve dış borcunun artmasına neden oluyor. Bu da halkın fakirleşmesi demektir. Fakirleşme zaman içinde ortaya çıkar.

Bu olay, kurbağa hikâyesine benziyor… Kurbağayı suya atıp, bu suyun yavaş yavaş ısısını artırınca, kurbağa alışır… Hissetmez… Ancak sonunda ölür.

 

AKP iktidarı, dış açıkların maliyetini, varlık satışları, kar transferi, dış borç ve işsizlik olarak sosyalize ettiği ve bu maliyet 74 milyona yayıldığı için, kimse işin farkında değil.

 

Hatta Başbakan, IMF ve tüm dış dünya, cari açık Türkiye için riskli dediği halde bankalardan ve iş adamlarından bazıları, “finanse edildiği sürece cari açık riskli değil” diyorlar.

 

Örneğin önceki hafta bir banka ekonomisti, “cari denge açığının çok fazla abartıldığını düşünüyorum. Cari açığın karşılığında Türkiye’de yatırım yapılıyor” diyor. Oysaki ithalat içinde yatırım mallarının payı yüzde 15’tir. Bunun da yüzde 10’u eskiyen yatırımların yenilenmesi için yapılıyor.

 

Cari açığın temel nedeni düşük kurdur. Düşük kur, ithalatçının, finans sektörünün, sıcak paranın, sanayicinin ve dış borcu olan özel sektörün işine geliyor… Bu nedenle ortaya çıkan dış açıkların maliyetini ise halk çekiyor. Yani, hem yurt içinde fakirden zengine kaynak transfer ediliyor, hem de yurt içinden yurt dışına kaynak transfer ediliyor…

 

Türkiye, dış açık sorununu kendini avutarak veya sıcak paraya bel bağlayarak çözemez. Günübirlik politikalarla da çözemez.

 

Çözüm için önce kamuoyunun, dış açıkların ülkeye ve kendine olan zararlarını iyi bilmelidir. Kamuoyu bu konuda iktidarlara baskı yapmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir