Bu güne kadar, siyasi iktidarlar devlete hep ideolojik pencereden baktılar. 1980 ihtilalinden sonra, Özal döneminde devlete zorunlu kötülük olarak bakıldı. Devletin Piyasa düzenini bozduğu ve haksız rekabet yarattığı öne sürüldü.
Gerçekte ise tam tersi, devlet eliyle zengin yaratmak, piyasa düzenini bozdu ve diğer müteşebbislere karşı haksız rekabet yarattı.
Özal ile AKP arasındaki iktidarlar da, devleti bir imtiyaz kapısı olarak kullandılar.
AKP Hükümeti, âdeta devletin ipini çekti. Devletin altyapısını, doğal tekelleri özelleştirme yoluyla, eğitimi ve sağlık hizmetlerini özel sektöre devrederek, merkezi devlet ve belediyeler arasında yetki karmaşası yaratarak ve tahsisleri Başbakan’ın biz dediklerine yaparak, devletin içini boşalttı.
Devletin etkin ve güçlü olmasıyla, büyük ve hantal olması farklıdır. Devlet ekonomide optimal bir büyüklükte olmalıdır. Eğer devlet ayakkabı yapar ve otel çalıştırırsa, içi boş bir deve dönüşür. Devletin elinden altyapıyı, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi sosyal faydası daha yüksek olan hizmetleri alırsanız, kamu fonlarını siyasi amaçla kullanırsanız, devleti zayıflatmış olursunuz.
Küresel kriz, güçlü devletin ne kadar gerekli olduğunu gösterdi. Bu nedenle tüm dünyada devleti yeniden yapılandırmak, devletin ekonomi içindeki payını optimal düzeye çıkarmak kaçınılmaz oldu.
Yine tüm dünyada ve özellikle Türkiye gibi cari açık yoluyla döviz kaybeden ülkelerde, ulusal ekonomik politikaların ne kadar gerekli olduğu da su yüzüne çıktı. Zayıf bir devletle, ulusal politikalar uygulamak imkânı yoktur.
Türkiye’de, uzun dönemli bir istikrar için devleti yeniden yapılandırmak gerekir.
Her şeyden önce devlette kimin ne iş yapacağını iyi tarif etmek, yetki ve sorumluluğu iyi belirlemek gerekir.
Merkezi devlet ile belediyeler arasında yetki ve sorumluluk anarşisi var. Belediyeler her işi yapıyor. Örneğin, İstanbul Belediyesi trafik kaosuna çözüm getirmek ve kaynakları bu alana aktarmak yerine, 50 bin kişiye burs verdi. Bu 50 bin bursun da Başbakan’ın siz- biz direktifiyle kime verildiğini herkes biliyor. Anayasa mahkemesi bu yanlışı bozunca da, başbakan CHP’yi hedef gösteriyor. Oysaki CHP, her okuyana burs ve faizsiz kredi verilmesinin istiyor. Bunu önüne gelen değil, ilgili bakanlığın yapması gerekiyor.
Milli Eğitim Merkezi devlete bağlı olduğuna göre, merkezi devletin burs vermesi, belediyenin de trafiğin alt yapısını yapması gerekir.
Bu kargaşa, kamu kaynaklarının çar- çur olmasına ve devletin zayıflamasına neden oluyor. Bu şartlarda merkezi devlet ile mahalli idareler arasında yetki ve sorumluluğun yeniden belirlenmesi gerekir.
Devlette şeffaflığın kalkması, kamuoyunun ve vergi mükelleflerinin tepkisine neden olmaktadır. İhale kanunu en az on defa değişti. Belediyelerin ve bazı kamu kurumlarının birçok ihalesi, ihale kanunu dışına çıkarıldı. AB raporlarında bu husus sürekli tenkit edilmektedir.
Yapılması gereken, ihale kanununu ve ihale kurumunu, istisnaları kaldırarak yeniden organize etmektir. İhale kurumunun daha tarafsız seçilmesini sağlamaktır.
Devletin piyasayı düzenleme, rekabet şartlarını sağlaması için elinde imkânlar olması gerekir. Örneğin, durgunluk zamanlarında enerji dağıtımı eğer devletin elinde olursa, tüm üretime girdi olan enerji fiyatlarını düşük tutarak, ekonominin canlanmasını sağlar. Eğer elektrikte olduğu gibi dağıtım özel sektör elinde olursa, devletin bir fiyat stratejisi yok demektir.
Ayrıca, eğitim, sağlık gibi sosyal faydası yüksek olan yatırımlar ile doğal tekeller gibi kamusal nitelikteki yatırımların, yolların ve köprülerin de devletin elinde olması gerekir. Bu yatırımların piyasaya devredilmesi, toplumun zararına neden olur. Bunların özelleştirilmesinden vazgeçmek gerekir.