Siyasi İktidarlar seçildiği ve hükümet ettiği süre içinde Devleti yönetir. Bu görevi emaneten halk adına yaparlar. Demokrasilerde seçilenler bu kurala itibar ederler. Elbette İstisnaları oluyor. Ancak bu istisnaları yapanların yanına kar kalmıyor ve haklarında hukuki müeyyide uygulanıyor.
İnsan hakları ve demokratik özgürlüklerin zayıf olduğu ülkelerde, genellikle siyasi iktidarlar devleti hep kendi inisiyatifinde kalacakmış gibi yönetiyor. Bu anlayış içinde elbette ki keyfi uygulamalar oluyor.
Bu gibi yanlışlarda siyasi iktidarlar bürokratları kullanıyor. İsim vermeden anlatayım. İstanbul Üniversitesinin bir zamanlar SSK’ dan tahakkuk etmiş alacağı vardı. Genel müdür , ‘’Bakandan onay alınması gerekir , ‘’dedi. Bizde bakana gittik… Bakan genel müdürü arayarak , ‘’kasamda ne kadar param var ‘’ diye sordu. Yani otomatik olarak SSK’ nın ne kadar parası var diye sormak yerine, kasamda ne kadar param var diye sorumuştu.
Aslında kamuda yetkisini kullanan genel müdürler, tutunamıyor. Buna sebep, hükümetlerin devleti siyasi amaçla kullanmasıdır.
Özel sektörde, patronlar bir kişiyi yönetici tayin eder ve yetki verirse, mali yıl sonunda hesap sorarlar. Zırt -bırt müdahale etmezler. Müdahale edenler de başarılı olamazlar. Devlette ise başarı bürokratın siyasi anlayışı ve siyasilerin gözüne girmek şeklinde oluyor.
Türkiye’de siyasi iktidarlar, dün ve bu gün bazı işadamlarını ve bürokratları yalaka yaptı…
Dikkat edersek, bazı işadamları ve özellikle bazı dernekler, siyasi iktidarın ne yaptığını görmeden yalakalığa başlıyorlar… Hükümet ve Başbakanı avuçlarına almak istiyorlar… Ancak menfaat beklentileri olduğu için tersi oluyor… Hükümet onları avucuna alıyor.
Menfaat beklentisi, devlet eliyle zengin olmanın getirdiği bir alışkanlıktır... Eğer Bill Gate gibi, bir buluşun tekeline sahip olmazsanız, normal piyasa koşullarında kısa zamanda zengin olmanız mümkün değildir… Kısa sürede Zengin olmanın iki yolu var… Ya kayıt dışı iş yapacaksın… Veya devletten imtiyaz alacaksın…
1990 yılında piyasa ekonomisine geçen Rusya‘da, eğer şimdi dünyanın sayılı zenginleri varsa, nedeni devletin verdiği imtiyazlardır.
Üçüncü hava alanı ihale edildi ve fakat sonradan ihaleyi alanlara yabancı kredi için devlet kefaleti verildi. Eğer bu kefalet baştan verilmiş olsaydı, belki üçüncü havaalanın maliyeti çok daha düşük olurdu.
Öte yandan Türkiye’de, İkinci Dünya savaşı sırasında, karaborsanın önemli bir zenginlik kaynağı olduğu ifade ediliyor…
1970‘li yıllardan sonra, SEKA’ dan kağıt tahsisi alanlar veya Karabük Demir-çelikten tahsis alanlar, bu tahsisleri birkaç kat fiyatına fabrika kapısında satıyorlardı… Devlet bu yolla önemli rantlar sağlamıştı… O yıllarda bu rantların, Milli gelirimizin dörtte birine ulaştığını hesaplardık.
Devlet eliyle zengin olmak, Osmanlıdan beri o kadar gelenek haline gelmiş ki, “Devletin malı deniz… Yemeyen domuz” diye de tekerleme yapılmıştır.
Gerçekte ise devletin malı yoktur… Devletin dağıttığı halkın malıdır… Yahut bu dağıtılanların maliyetini eninde sonunda toplum ödemektedir. Dağıtan siyasiler, tüyü bitmemiş yetim hakkını yemiş oluyorlar.
Ne var ki, 77 milyonun hakkını üç-beş yüz kişiye dağıtmanın dayanılmaz cazibesine kapılanlar, hangi siyasi parti gelirse gelsin, o partiye kapak atıyorlar… Kim başbakan olursa olsun, onu uçuruyorlar.
Maalesef, keser dönüyor… Sap dönüyor. Fakat her zaman yapanın yanına kar kalıyor.