Önceki gün Türkiye İstatistik Enstitüsü ( TÜİK ) , 2012 üçüncü çeyrek , yani Temmuz- Ağustos – Eylül aylarında , Gayri Safi yurt İçi Hasıla ‘nın yüzde 1.6 oranında büyüdüğünü açıkladı. Büyüme oranı , bir önceki yılın yine üçüncü dönemine göre ortaya çıkan , enflasyondan arındırılmış, reel artıştır.
1)Her şeyden önce , Hükümetin ve bazı çakma iktisatçıların Büyümede yumuşak iniş sözü , teknik olarak yanlıştır. Yumuşak iniş ekonomideki durgunluğa uydurulan kılıftır. Kaldı ki , bir ekonomide refahı gösteren fert başına gelirdir. Fert başına GSYH’ bulmak için büyüme, artan milli gelirin aynı zamanda artan nüfusa bölünmesi gerekir. 2012 yılı nüfus artış oranı 1.35’tir. Bu demektir ki , üçüncü çeyrek fert başına büyüme sıfıra yakın yüzde 0.24 tür. Fert başına büyümenin sıfır olması durgunluktur. Eksi olsaydı kriz olurdu.
Durgunluk ekonomi yönetiminin bir tercihi olabilir.. Ancak yumuşak iniş, yok yumuşak inişte sert kırılma gibi kılıflar , kamu oyunu yanıltıcı beyanlardır.
Toplam talepteki gerileme ve yatırımlardaki gerileme de ekonomide durgunluk olduğunu gösteriyor. Üçüncü çeyrekte Yerleşik hane halklarının tüketimi 0.5 oranında , toplam yatırımlar ise 7.6 oranında geriledi.
ABD ve AB büyüme oranları ile Türkiye’nin büyüme oranını karşılaştırırken , fert başına büyümeyi de unutmamak gerekir. Oralarda nüfus artışı sıfıra yakındır.
2) Türkiye zig-zag’lı büyüme yaşıyor. Çünkü Hükümetin istikrarlı bir tasarruf ve büyüme stratejisi yoktur. Büyümenin iç dinamikleri , ithalata dayalı bir büyüme politikası sonucu köreltilmiştir. . Sıcak paraya dayalı bir canlanma ve ithalata dayalı bir büyüme elbette ki istikrarsız ve zig- zaglı bir büyüme olacaktır.
2005 yılı üçüncü çeyreğinde , 1998 sabit fiyatları ile , GSYH 25.3 milyar lira idi. 2012 üçüncü çeyreğinde yine sabit fiyatlarla GSYH , 31.6 milyar liraya çıktı. Aradan geçen 7 yılda GSYH’ daki artış yüzde 24.7’dir. Yani kabaca 7 yılda Türkiye’nin yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 3.5’ tir. Oysaki aynı yıllarda Dünya gelişmekte olan ülkeler ortalama büyüme oranı yüzde 5’in üstünde olmuştur.
Kaldı ki , refah göstergesi olan fert başına GSYH artışı bu yedi yılda ortalama yüzde 1.97 olmuştur.
Öte yandan , cari açığı azaltmak için ekonomiyi durgunluğa sokmak , pire için yorgan yakmaya benzer. Doğrusu , cari açığı düşürmek için, bir geçiş dönemi içinde kur politikasını değiştirmek , iç tasarrufu artırmaktır.
Cari açığı düşürmek için durgunluğa razı olmak ta işi çözmüyor. Çünkü üretim yüzde 70 oranında aramalı ithalatına bağımlıdır.
Hükümetin yaklaşımı cari açığı çözmek değil, yine banka iktisatçılarının önerisi ile yönetmektir. Oysaki cari açığı yönetmek demek , sorunları ertelemek demektir. Söz gelimi cari açığı düşürmek için durgunluğa razı olmak , sürekli bir durgunluk yaratabilir.
Ayrıca cari açık çözülmez de yönetilirse :
- 330 milyar dolara çıkan dış borç stoku, gelecekte Türkiye’nin ödeme kapasitesini zora sokacak büyüklüğe çıkacaktır. Ayrıca dış borçlar için ödediğimiz faizler , cari açığın düşmesini engelleyecektir.
- Varlıkların yabancıya satışı ve Bankalarda yabancı payı artacaktır. Bunların dışarıya kar transferi de , yine cari açığın düşmesini engelleyecektir.
- Ekonomi yine sıcak paraya mahkum olmaya devam edecektir. Sıcak para kırılganlığı artırıyor. Ciddi yatırımları engelliyor. Kaldı ki sıcak para da spekülatif kar sağlıyor. Bu karları dışarıya transfer ediyor.
Kısaca cari açığın yönetilmesi , gelecek iktidarlara yük getirecek ve cari açıkta kendi kendini besleyen bir süreç yani kısır döngü yaratacaktır.