Bu aralar, Atatürk adını söylemekten korkanların, Anayasadan Türk sözünün kaldırılmasını isteyenlerin, Atatürk’ü ve kurtuluş savaşını bilmedikleri anlaşılıyor.
Atatürk’ü bütün dünya, bağımsızlık savaşı veren ve Türkiye ‘i işgalden kurtarıp yeniden kuran bir insan olarak tanır. Bu yanıyla birçok devletin bağımsızlığı için örnek olmuştur.
Aslında ise Kurtuluş Savaşı denilmesi yalnızca bir semboldür… Bu savaş gerçekte bir ülkenin yeniden doğuşunun yalnızca bir kısmıdır… Geri de ekonomi var… Dış ilişkiler var… Siyaset var… İnanç sorunu var… Bu nedenle bu günlerde hem Atatürk ‘ü hem de Kurtuluş Savaşı’nı iyi bilmek ve ders almak zorundayız.
Örneğin, Atatürk’ün ekonomi alanında yaptıkları da, kurtuluş savaşı kadar önemlidir. Uyguladığı bağımsız, tarafsız ve ulusal politikalar sonucu modern Türkiye’ yi kurmuş ve bu gün mirasını yediğimiz altyapıyı oluşturmuştur. Başka bir ifade ile Atatürk ekonomide de kurtuluş savaşı vermiştir.
Atatürk’ün ekonomik çözümleri saplantıdan uzak pragmatik bir yoldan olmuştur.
Örneğin sosyo-ekonomik sistem konusunda, hem emperyalist devletlerin ve hem de Kurtuluş Savaşı’nda destek olmasına rağmen, Rusya’nın diretmelerine karşı çıktı.
Cumhuriyet ilan edilmeden önce ekonomik kalkınmanın pratik çözümleri için 17 Şubat – 4 Mart 1923’te İzmir İktisat Kongresi yapıldı… Kongre’nin açılışında Atatürk “Hayat demek, ekonomi demektir… Çünkü millet yoksul kaldıkça hiçbir şey yapamaz” şeklinde konuştu…
İzmir İktisat Kongresi’nde özel teşebbüse dayanan bir kalkınma modeli esas alındı… Ve fakat Atatürk bu model içinde de yoksulluğun çözümü için pratik çözümler getirdi…
Örneğin, 1925 yılında ürünün bir kısmının harman yerinde devlete verilmesi şeklinde uygulanan ve bu nedenle hem tarımda verimi düşüren, hem de köylünün tepkisini çeken Aşar kaldırıldı. Aynı yıl köylüye 20 yıl vadeyle toprak dağıtıldı.
Bu gün AKP İktidarı sanayi teşviklerini budadı… Oysaki 1923 – 1930 yılları arasında özel sektörü teşvik etmek için, Osmanlı’dan kalan “Teşvik-i sanayi kanunu” yeniden düzenledi.
Kalkınmanın özel sektör eliyle gerçekleşmesi mümkün olmuyordu… Çünkü o yıllarda özel sektörde sermaye birikimi yoktu.
Bu sorunu çözmek için getirilen “Devletçilik uygulaması” da Türkiye şartlarına göre düşünülmüş dinamik bir politikaydı. 1930 Dünya ekonomik krizi de yine devletçiliği ve devlet müdahalesini gerekli kılıyordu.
Devletçilik uygulaması aynı zamanda Türkiye’yi İkinci Dünya harbinin zor şartlarına karşı koruyan bir uygulama oldu.
1) Devlet elinde sermaye birikimi yaratıldı ve bu tasarruflar yatırımlara yöneltildi. Her sektörde yatırım yapıldı…
2) Gelir dağılımını düzeltme yolunda adımlar atıldı… Örneğin şeker fabrikaları, tekstil fabrikaları yapılarak halka daha ucuz şeker ve basma sağlandı.
3) Kağıt üretimi ve devlet matbaaları ile kağıt ve kitap üretilip halkın kültürel gelişmesini sağlandı. Eğitimin altyapısı oluşturuldu…
4) Çimento, demir-çelik gibi kalkınmanın stratejik ürünleri üretildi.
Bu ulusalcı politikalarda, Osmanlı’daki kapitülasyonlara ve Düyunu Umumiye’ye karşı duyulan tepkilerin de payı büyüktür…
Bugün ise ülkenin ulusal çıkarları spekülatif sermayenin ayakları altındadır. Cari açık, kapitülasyonların yeniden yumuşak inişidir.