Şu günlerde, Atatürk’ün ekonomiye bakışını ve uygulamalarını hatırlamak zorundayız…
Osmanlı İmparatorluğu 1938 yılında İngiltere ile Baltalimanı Ticaret Anlaşmasını ve ondan sonra da bazı uluslararası anlaşmaları imzaladı. Bu anlaşmalarla birçok imkanlar verildi… Ve hiçbir önlem alınmadığı için, kapitülasyonlarla birlikte bu serbest ticaret anlaşmaları Osmanlı İmparatorluğu’ nu açık pazara çevirdi. Geleneksel iç üretim, özellikle İngiliz malları ile rekabet edemedi. Silindi. Devasa dış açıklar ortaya çıktı.
1854 yılında kırım savaşı ile borçlanmaya başlayan İmparatorluk, 1875 yılında dış borçlarını ödeyemedi. Moratoryum ilan etti.
Düyun-u umumiye ise, ekonomik tutsaklığın tuzu biberi oldu.
Atatürk, ekonomik tutsaklığı tersine çevirdi. Atatürk döneminde uygulanan iktisat politikasında temel yaklaşım, siyasi bağımsızlığın devam etmesi için iktisadi bağımsızlığın şart olduğu gerçeği üstüne kurulmuştu.
İktisadi bağımsızlık, siyasi bağımsızlığın bir parçası olarak, Atatürk’ün İngiliz ve ABD mandasını isteyenleri reddetmesiyle başladı.
Kurtuluş savaşında Sovyetlerden yardım alındı. Ancak telkinlere rağmen Sovyetlerin uyguladığı sosyo-ekonomik sistemi kabul etmedi.
Kurtuluş savaşından sonra, Osmanlı’nın dış borçları, Türkiye toprakları oranında ödendi.
1923-1932 yılları arasında piyasa ekonomisine dayalı, 1933 ile 1950 yılları arasında da devletin piyasaya da girdiği, devletçilik uygulandı. Ancak her iki dönemde de Ulusalcı politikalar belirleyici oldu.
İzmir İktisat Kongresi, Cumhuriyetin ilanından da önce toplandı. Bu kongrede devletin altyapıyı, demiryollarını, karayollarını, limanlar ile haberleşme sistemini kurması, buna karşılık özel girişimin ve yerli malının da desteklenmesi kararı alındı.
İzmir İktisat Kongresi, özel sektörü ön plana çıkarıyordu, ancak temel felsefe, dış ticaret açığının azaltılması ve bağımsız bir ulusal ekonomi yaratmaktı.
Gelirlerin küçük ve dağınık olması, sermaye piyasasının olmaması nedeniyle özel sektör elinde sermaye birikimi sağlanamadı. Bu defa devletçilik uygulamasına geçildi.
Devletçilik, ideolojik saplantıya girmeden devlet elinde sermaye birikimi sağlamak ve bu birikimi yatırımlara yönlendirmek için geliştirilen bir kalkınma modeli oldu.
Birinci ve ikinci sanayi planlarıyla, tekstil, dokuma ve şeker gibi halkın ihtiyaçlarını karşılayacak yatırımlar yapıldı. Çimento ve demir-çelik gibi kalkınmanın stratejik ürünleri üretildi. Ulusal çıkarlarımızı korumak amacıyla, yabancı tekeller, madencilik, demiryolları ve limanlar devletleştirildi. Yabancıların elindeki altyapı yatırımları millileştirildi.
1930 sonrası, devletçilik döneminde, çok büyük altyapı yatırımları yapılmasına ve ayrıca devletin her sektörde yatırım yapmasına rağmen, dış ticaret açık değil fazla verdi.
Sürekli büyüme sağlandı. Ve bütün bunlar enflasyonsuz yaşandı.