ARTIK MİLLETİN YAKASINDAN DÜŞÜN

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde istikrarlı kalkınma için, iktisat politikasını oluşturan, bütçe politikası, vergi politikası, para politikası, istihdam politikası, gelir dağılımı politikası gibi politikaların uyumlu ve koordineli olması gerekir. Aksi takdirde, bir tarafı düzeltirken, ötekini daha çok bozarsınız. Bunu da ancak uzun dönemli bir strateji içinde ve ülke çıkarlarını koruyarak yapabilirsiniz.

1960 yıllarda planlama fikrine karşı, kimin icat ettiği çok net anlaşılmayan ”Plan mı-pilav mı?” tartışması yapılıyordu. Gerçekte ise o zaman planlamaya karşı çıkanların anlamak istemediği; “daha çok pilav yapmak için de plana ihtiyaç olduğu” idi.


Türkiye’de her sabah yeni bir cin fikirle uyanıyoruz… Söz gelimi en büyük sorunumuz iç tasarrufu artırmak ve cari açığı çözmek için, kur politikası, faiz politikası, yerli üretimi teşvik gibi politika araçları rafa kaldırılıyor. Kredi kartı taksitleri tartışılıyor. Tüm ekonomi bu yönde kilitleniyor. O kadar ki, bir TV’de bir profesör bile, bu tür mikro önlemlerin doğru olduğunu savunabiliyor. Gerçekte ise marjinal önlemlerle Türkiye’nin makro sorunları çözülmez.. Tersine dejenere edilmiş olur. Bu dejenerasyonu Türkiye’nin cari açık vermesini isteyenler ve bu yolla sömürü düzeni kuranlar istiyor.

Dünyada gelişmekte olan ülke zincirini kıranlar, orta gelir tuzağından daha hızlı çıkmış olan ülkelerdir. Orta gelir tuzağı , ekonomik ve siyasi nedenlerle, ekonominin iç dinamizmini kaybetmesidir. İktisadi gelişme sürecinde Japonya ve Güney Kore orta gelir tuzağına düşmeden gelişmiş ekonomi statüsüne geçmişlerdir. 2012’de yayınlanan bir araştırmaya göre, alt orta gelir seviyesinde, Çin 17 yıl, Tayland 28 yıl, Türkiye 51 yıl ve Meksika 53 yıl kalmıştır.

Ekonomi her zaman dış güçlerin etkisi ve sömürüsü altında olmuştur. Neredeyse IMF’siz geçmiş yılımız yoktur. Bugün IMF yok görünüyor ve fakat IMF’ciler, spekülatif sermaye ve bunların ajanları tam tekmil iş başındadır. Aksi halde dünyanın en az tasarruf yaratan ve en fazla cari açık veren ülkesi olmazdık.

Ulusal iktisat politikalarını öcü gibi gösterenler de işte bu güçlerdir. Oysa ki ulusal iktisat politikası, küresel süreçte ülkenin ekonomik çıkarlarını koruyacak, ülke mallarının uluslararası piyasada rekabet gücünü artıracak, ekonomik anlamda bir ülkenin açık veya gizli olarak kaynak kaybını önleyecek bir politikadır. Bu tür bir politikanın, klasik iktisat veya neoliberal politikalar içinde değerlendirmek doğru olmaz. Çünkü ülkelerin kendine özgün koşulları, özellikleri, sosyo kültürel yapısı, tarihi ve kültürel değerleri birbirine uymaz. Ulusal iktisat politikaları bu koşullar içinde şekillenir. Bu anlamıyla evrensel bir teori olmaz.

Söz gelimi, Çin’de piyasa ekonomisi anlayışı ile ABD’de piyasa ekonomisi anlayışı birbirinin tersidir. Buna rağmen her iki ülke de ulusal politika uygulamaktadır. Çin, merkezi kararlar ve kur politikası ile rekabet gücünü artırıp, dış işlemlerde cari fazla vermektedir. ABD ise kapitalizmin temsilcisidir. Cari açık veriyor. Ancak doları dünya parası yaparak ulusal çıkarlarını koruyor ve ulusal politikalar uyguluyor.

Bu küresel süreçte iktisat teorilerine boğulmak yerine, ülke çıkarlarını maksimize etmenin tek yolu ulusal politikalardır. ( Bu konuda isteyen okuyucularım yeni yayınlanan Küresel Süreçte Ulusal Kalkınma kitabıma bakabilirler )

Eğer dış kaynaklı politikalar belirleyici olursa, yani iktisat politikalarını, IMF gibi, Dünya Bankası gibi, uluslararası kurumlara bırakırsanız, bunların önereceği politikalar, ülke çıkarlarını değil, küresel piyasanın çalışmasını ve diğer ülkelere zarar vermeyecek bir iktisat kuralını önde tutar. Ayrıca da bunlar yalnızca ellerindeki ekonomik göstergelere göre politika alternatifleri seçerler, Toplumun alışkanlıkları, tasarruf ve yatırım potansiyeli, gelenekler gibi bu politikaları etkileyecek değişkenlere bakmazlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir