ÜÇ ay önce, 9. Cumhurbaşkanı Sayın Demirel bir yabancı gazeteye “2007 yılında Türkiye’nin başında üç bulut dolaşıyor” demişti… Bunlardan birisi, Cumhurbaşkanlığı seçimi… İkincisi genel seçimler… Üçüncüsü ise AB sorunudur.
O zaman Demirel, “Eğer hukuki altyapıya bakarsan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sorun olmaması gerekir… demişti… Ve…”Sorun varsa demek ki bu seçimin yazılı hukuku aşan bir önemi var… Bu nedenle bu seçimde toplumsal bir mutabakatın olması gerekiyor.” diye ilave etmişti.
Demirel haklı çıktı… Ancak bir eksiği vardı… Bütün bu sorunları ortaya çıkaran ve ortamı gerenin Tayyip Erdoğan olacağını söylememişti.
Cumhurbaşkanlığı sorunu toplumu ve siyaseti gerdi… Çünkü Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kendi partisinin iç işi olarak görüyor… Cumhurbaşkanının halkın başkanı olduğunu ve bu nedenle toplumsal mutabakat gerektirdiğini unutuyor.
Bu nedenledir ki, Deniz Baykal’ın Abdüllatif Şener gibi herkesin mutabık olabileceği ve AKP’nin kurucularından olan birini önermesini kabul edemiyor. İlle de kardeşim Gül olacak diye direniyor… Halen seçim meydanlarında aynı hatayı yapıyor.
Köylü zorlanacak
BAŞBAKAN sinirlendikçe yanlış yapıyor… Bunu da toplum çok iyi gözlemliyor.
Tayyip Erdoğan, kardeşini cumhurbaşkanı yapamayınca, Anayasa Mahkemesi’ni suçluyor… Halka kızıp, yaz ortasında seçim kararı alıyor.
Tayyip Erdoğan yazlığa gidenlere kızıyor… Köylünün yazın terlediğini söylüyor…
Gerçekte ise yazın köylü de ya yaylaya gidiyor… Veya özellikle Doğu Anadolu’da biçim mevsimi olduğu için sabahın erken saatinden akşamın geç saatine kadar tarlasında veya çayırında oluyor. Mevsimlik çalışan tarım işçileri ise, evinden uzakta oluyor. Yani köylü de sandığa gitmekte zorlanacaktır. Hatta yazlığa keyf için gidenlerden daha fazla zorlanacaktır.
Tayyip, CHP’ye seçim darbesi vurmak isterken kendi kazdığı kuyuya düşüyor…
Aslında AB’yi de Başbakan geriyor…
AB’yi kullanıyor
AVRUPA Birliği artık Tayyip Erdoğan’ın AB’yi iki nedenle çıpa olarak kullandığını anladı… Birisi… Ekonomide sıcak para… Diğeri… Askeri ikinci plana atmak.
Bu nedenledir ki AB’de işi sürüncemeye bıraktı…Müzakere sürecinde üç başlık vardı… En önemlisi ekonomik ve sosyal başlık altında olanıydı… Bu da müzakere kapsamından çıkarıldı.
Ekonomide yapısal sorunlar çözülmediği, örneğin sektörel denge kurulamadığı için, örneğin merkezi devleti ve mahalli idarelerin karşılıklı yapısı ve işlevleri yeniden tarif edilmediği için, ekonomide istikrar sağlanamadı… YTL’nin aşırı değerlenmesi, cari açık, sıcak para kırılganlığı artırdı… Sistem âdeta bıçak sırtında duruyor… Eğer AB ile ilgili bir sorun olursa, sistem çökebilir… Bu nedenle Başbakan AB’ye taviz vermek zorundadır…
Limanlarda büyük hata
KALDI Kİ Tayyip Erdoğan, AB ile ilgili dış politikada da yanlışlar yaptı. Bu yanlışlardan birisi limanları açmayı öngören protokolü imzalamasıdır.
Kıbrıs konusunda AB’nin daha önce adım atması ve Kuzey Kıbrıs’a uygulanmakta olan izolasyonu kaldırması gerekirdi.
AB adım atmadan, Başbakan’ın taviz vermesi, devleti ve toplumu da geriyor.
Milli meselelerde toplumun mutabakatı aranır… Müzakerelerde bu mümkün olmadığına göre, Başbakan, askerin, cumhurbaşkanının ve ana muhalefet partisinin mutabakatını almalıydı… Başbakan da olsa, hükümette de olsa, siyasi iktidar da Türkiye’nin geleceğinden taviz vermenin sorumluluğu altına giremez…
Özetle, günü kurtarmak için verilen tavizler, sonunda daha ağır tavizlere ve çıkmazlara neden olacaktır.