Toplumda, 1980 darbesi ile ilgili adeta bir hastalık var… Herkes darbeye karşı görünüyor ve fakat darbeyle gelen kurum ve yasaları işine geldiği gibi kullanıyor.
Bu konuda iki örnek vermek istiyorum… Birisi, YÖK, diğeri de seçim kanunu…
Yüksek Öğretim Kurulu ,(YÖK) 1980 ihtilali ile getirilen ve 1982 Anayasasına göre kurulmuş bir kuruluştur. Bu güne kadar Anayasada birçok değişiklik yapıldı ve fakat kimse YÖK’e dokunmadı. Çünkü siyasi iktidarların YÖK’e ve oradan da Üniversitelere hakim olması çok kolaydır.
YÖK üyeleri 21 kişidir. 7’sini Cumhurbaşkanı, 7’sini Hükümet, 7’sini de Üniversiteler Arası Kurul seçiyor. Üyelikler Cumhurbaşkanı’nın onayıyla kesinleşiyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı, genel kurul üyeleri arasından 4 yıl süreyle bir başkan seçiyor.
AKP iktidarı, ilk yıllarda YÖK’ten dolayı sıkıntı çekti. Ancak bu gün YÖK Hükümetin arka bahçesi oldu. Daha önce de aynı YÖK sol hükümetlerin ve koalisyon Hükümetlerinin arka bahçesi idi.
Rektör seçiminde önceleri Üniversiteler devrede değildi. Bir yıl sonra yasa değişikliği hazırlandı. YÖK devreden tamamıyla çıkarılıyordu.. Ancak Doğramacı Yeniden YÖK’ü devreye sokmayı becerdi.
Üniversite rektör adaylarını önce öğretim üyeleri seçiyor. Sonra YÖK bu adaylar arasından üç kişiyi seçiyor. Önceden ve şimdi uygulamada YÖK ideolojisine uygun olan ve fakat daha düşük oy almış adayları ilk sıraya çıkarıyor ve Cumhurbaşkanına gönderiyor. Cumhurbaşkanları da genel olarak ilk sıradakini rektör olarak atıyor. Bu yolla Siyasi İktidarlar Üniversitelere de ideolojik anlamda ve uygulama da hakim olmaya başlıyor.
Rektör seçiminde eğer son kararı YÖK verecekse, onca öğretim üyesi neden sandığa gidiyor? Seçtiği aday YÖK tarafından dışlanırsa o zaman öğretim üyeleri piyon durumuna düşmüş olmuyor mu?
Anlaşılan odur ki, öğretim üyelerinin de piyon olmaya aldırdıkları yok… Eğer aldırmış olsalardı nasıl olsa bizim oyumuzun bir önemi yok diye sandığı protesto ederlerdi. Bu sorunun daha da anlaşılmayan tarafı, demokrasi ve insan hakları konusunda örnek olması gereken bir akademisyenin, nasıl oluyor da kendinden kat be kat fazla oy almış bir başka rektör adayının dışlanmasına razı oluyor ve kendisi rektörlüğü kabul ediyor? Gönül isterdi ki seçime katılan adaylar , ‘’ben daha düşük oy alırsam rektörlüğü kabul etmem ‘’ diyecek kadar fazilet sahibi olsunlar.
Aşağıdaki tabloda en son YÖK’ün yaptığı aday sıralaması var. Anayasal bir kurum olan YÖK ‘ bu kadar haksızlık yapma cesaretini nasıl gösteriyor? Demokrasi diyorsak, eleştiri ötesinde oturup düşünmemiz gerekir.
ÜNİVERSİTE ADI EN ÇOK OY ALAN YÖK TERCİHİ
Adnan Menderes Mustafa Birincioğlu (162) Cavit Bircan (100)
Balıkesir Mahir Alkan(137) Kerim Bileri (97)
Celal Beyaz Mehmet Pakdemirli (204) Ahmet Kemal Çelebi (108)
Kafkas Sami Özcan (204) Cevdet Bozkuş (54)
Kahramanmaraş Mehmet Fatih Karaaslan (74) Durmuş Çelebi (55)
Mersin Gürol Emektaş (178) Ahmet Çamsarı (80)
Mustafa Kemal Hüsnü Salih Güde (217) Hasan Kaya (175)
Gebze Teknik Üniversitesi Sahan Şahin (84) Haluk Görgün (70)
Siyasi partiler ve seçim kanunlarında da aynı şekilde, 1980 damgası var. Bu yasalara göre, Milletvekili adaylarının önseçim veya merkez Yoklaması ile yapılmasına siyasi partiler karar veriyor. O halde neden siyasi partiler hep Merkez Yoklaması ile aday belirliyor. Adayları kayıtlı üyeler veya delege seçsin de diyebilirlerdi. CHP 2012 yılında tüzük değiştirdi ve adaylıkların yüzde 80’ini önseçime bıraktı. Ne var ki, seçilecek illere ve seçilecek sıralara merkez adaylarını koyarsa ve oyu da yüzde 25’lerde kalırsa, CHP’ de de değişen bir şey olmayacaktır.
Doğrusu seçim kanunu ve siyasi partiler kanununda değişiklik yaparak, adaylıkların yüzde 95 oranında ön seçimle yapılmasının zorunlu hale getirilmesidir. Bu kanunu meclisteki siyasi partiler istedikleri zaman değiştirebilirler, ancak istemiyorlar.